Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLAM ve BİLİM

TEHLİKELİ FELSEFELER

       * TEHLİKELİ FELSEFELER - 1. BÖLÜM  
   * Ehli Sünnet itikadında olan birisi maddenin varlığını olduğu gibi kabul eder.
    Vahdet-ül Vücut fikrini savunanların ya da Günümüzdeki Protestan Hristiyanlarının yaratılışı ispat etmek için ortaya attıkları felsefeler yüzünden ''madde yoktur, her şey hayaldir, her şey algılarımızda oluşuyor,'' tarzındaki yorumların islam ile  bağdaşmayacağını bilir. Bu tarz felsefeleri İslam diniyle bağdaştırmaya çalışan ve son zamanlarda göz kamaştırıcı yayınlarla çok popüler olan hocalara lütfen dikkat edelim.
    Kur'an bilime yol gösterir ve elbette bizler yaratılışın nasıllığını, ve eşyanın hakikatini öğrenmek ve delilleri ispat etmek için çalışmalıyız. Fakat Sünnete uygun olmayan yorumları, İslam’a uygunmuş gibi göstererek kitleleri etkilemek, hatalı beyanlarla zihinleri bulandırmak büyük hatadır.
  
  
   * MADDENİN VARLIĞINI İNKAR ETMEK MATERYALİST FELSEFE KADAR TEHLİKELİDİR.
  
  
  George Berkeley Kimdir?
    
İngiliz felsefecisi (Kilkrin, 1687 - Oxford, 1753).
     * Anglikan inancına bağlı varlıklı bir ailenin çocuğu olan George Berkeley. Dublin’de öğrenim gördüğü sırada, felsefenin ve bilimin yanlışlarından arındırılmaları ve kusursuzlaştırılmalarıyla, Hıristiyanlığa tıpa tıp uyan bir bilgeliğe ulaşılacağını düşündü ve ömrünü bu amacın gerçekleştirilmesine adadı. Önemli felsefe yazılarını yayımladıktan sonra, ABD'ye giderek, geziler yaptı. 1731’de yurduna döndü.
     Duyumsal kesinliğe dayanarak Tanrı’nın varlığına ilişkin özgün bir kanıt ileri süren Berkeley, bu konuda şunları yazmıştır:“Bence, duyumsal şeylerin, bir anlayış gücünden başka bir yerde var olamayacakları apaçıktır. Buradan, onların gerçek bir varlıkları olmadığı sonucuna değil, benim düşünceme bağlı değillerse ve benim tarafımdan algılanmış olmak nitelliğinden apayrı bir varlıkları varsa, onların, içinde var olmaları gereken bir manevi varlık bulunması gerektiği sonucuna varıyorum. Demek ki, duyumsal dünyanın var olduğu ne ölçüde kesinse. onları kapsayan ve destekleyen sonsuz ve her yerde bulunan bir manevi varlığın var olduğu da o ölçüde kesindir”. Dolayısıyla Berkeley’e göre dünya, Tanrı’nın. insanlarda uyandırdığı düşüncelerin tümünden başka şey değildir. Ama Tanrı, insanlara. kendi düşüncesini ya da düşüncesinden herhangi bir şeyi böylece iletiyorsa, bunun amacı, insanların gönlünü kendine çekmektir. Öyleyse, dünya aslında Tanrı’nın insanlara yönelik dilidir. Tanrı tarafından düşünülmüş sözdür.
 
   * KAYNAK : Gelişim Hachette
     * 
  
 
* Ek Bilgiler
    George Berkeley (1685 - 1753), dünyada yalnızca ruhların ve bu ruhların idelerinin varolduğunu, buna karşılık maddenin varolmadığını öne süren İngiliz düşünür.
        Yeni Dünya’da yüksek eğitimi geliştirmek için çok uğraştı; bu amaçla üç yılını Amerikan kolonilerinde geçirdi. Rhode Island’daki çiftliğini ve kütüphanesini, 1701’de kurulan Yale Üniversitesi’ne bıraktı. Yale’in fakültelerinden birine onun adı verildi. California’daki Berkeley kenti de onun adını taşımaktadır. Berkeley 67 yaşında Oxford’da öldü.
   
    * Bediüzzaman Said Nursi demiş ki;
     "Evet cadde-i Kübra (hakikate ulaştıran en büyük, en doğru yol ), sahabe ve tâbiîn ve asfiyanın caddesidir. ‘Eşyanın hakikati sabittir’ cümlesi, onların kaide-i külliyeleridir. … Ehl-i vahdet-ül vücudun dedikleri gibi; mevcudat, evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi, Cenab-ı Hakk'ın âsârıdır (eserleridir)."
   *
   
 
  * Vahdet-ül Vucud :
    Varlığın birliği manasına gelen bir tabirdir. İslam tasavvuf tarihinde başta Muhyiddin-i Arabî olmak üzere bazı evliyaların ortaya attıkları bir görüştür.
    Buna göre bir tek varlık gerçekten vardır. O da Allah'dır. Diğer varlıkların Allah'dan başka gerçek bir varlıkları yoktur.
    Bu görüş İslam inancının temellerinden biri olan "Eşyanın hakikati vardır" görüşüne terstir ve İslam âlimlerinin büyükleri tarafından reddedilmiştir. Bediüzzaman Sait Nursi bu görüşün yanlışlığını gösteren bir kaç bahis yazmıştır.
     İşte şu meşreb sahibi, eğer maddiyattan ve vesaitten (vasıtalardan) tecerrüd etmiş (sıyrılmış) ve esbab (sebebler) perdesini yırtmış bir ruh ise, istiğrakkârane (manevî bir coşkunluk içinde) bir şuhuda (keşif bakışına) mazhar ise; vahdet-ül vücuddan (varlığın bir olmasından) değil, belki vahdet-üş şuhuddan (yalnız bir varlığı görmekten) neş'et eden (ortaya çıkan), ilmî değil, hâlî (fikirle değil his ve zevkle) bir vahdet-i vücud onun için bir kemal, bir makam temin edebilir. Hattâ Allah hesabına kâinatı inkâr etmek derecesine gidebilir. Yoksa esbab (sebebler) içinde dalmış ise, maddiyata mütevaggil (maddeye dalmış) ise, vahdet-ül vücud (varlık tektir) demesi, kâinat hesabına Allah'ı inkâr etmeye kadar çıkar.
     Evet cadde-i Kübra (hakikate ulaştıran en büyük, en doğru yol ), sahabe ve tâbiîn ve asfiyanın caddesidir. ‘Eşyanın hakikati sabittir’ cümlesi, onların kaide-i külliyeleridir. … Ehl-i vahdet-ül vücudun dedikleri gibi; mevcudat, evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi, Cenab-ı Hakk'ın âsârıdır (eserleridir)."
    ( Kaynak :  www.risaleonline.com  )
 
  *
  *
  

      *  TEHLİKELİ FELSEFELER - 2. BÖLÜM
    “Bugün, dininizi kemale erdirdim, ikmal ettim. Size olan nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim.” (Maide . 3)
     “Allah indinde hak din ancak İslâm'dır.” (Al-i İmran . 19)
    “Kim İslâm'dan başka din ararsa, bilsin ki, bulduğu din asla kabul edilmeyecektir.”  (Al-i İmran.  85)

    * Bugün Allah'ın varlığını bilimle ispatlayan dünya çapında akımlar çıkmış ve yaratılış felsefesi oldukça rağbet görmekte olmasına karşın bir yandan da sakıncalı bir hal oluşmuştur.
     İmani delilleri araştıran ve bilimsel delilleri yaratılışla bağdaştıran eserlerden istifade etmeliyiz. Fakat islam ve sünnet anlayışına ters düşen, sadece bu kainatın bir yaratıcısı var diyerek tevhidi kabul eden fakat yaratıcıyı farklı şekillerde nitelendiren felsefelere dinimizin öğretilerini tam olarak anlamadan yönelirsek ve benimseyip savunursak kötü sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmazdır.
    Sadece ''La İlahe İllallah'' demekle iman olmaz. Çünkü İnanç felsefesinde Tanrı açıklaması çok çeşitlidir. Hristiyan inancında üçleme Tanrı inancı vardır ama sadece bir Tanrıya inanmaya karar verdiğini farzetsek bile ''hangi bir Tanrı'' sorusuna nasıl açıklık getirilebilir.
     Ya da iman ediyorum dedikleri Tanrı tabiat mı? Kainatı oluşturan maddeye mi tanrı diyorlar belki de sadece bilinç olarak açıklıyorlar. Bilincin dışındaki tüm varlığı inkar ederek,algıladıklarımız zihnimizde oluşur gerçekliği yoktur,yanılsamadır diyerek ; insanın tekamül ettikten sonra tanrısallaşacağı düşüncesine sahip olabilirler.Aşama aşama insanın kendini tanrı ilan etmesine kadar gidebilecek bir zemin hazırlıyor da olabilirler .Tanrıya Pagan inanışlarındaki Altın ışık,zeka, bilinçli madde, kutsal ruh olarak mı dua ediyorlar?En kötüsü de şeytana bile tapıyor olabilirler.Hatta bir tanrıçayı bile kastediyor olabilirler ya da bir heykeli ...
    
     O halde ''La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah'' demeden iman olmaz. Hz. Muhammed'in ( sav) Cebrail(as.) vasıtasıyla vahiy aldığı , isim ve sıfatlarını tanıttığı ve Miraçta bizzat huzuruna çıktığı, Hz. Muhammed'in(sav.) sünnetine uyarak, onun öğrettiği dine tabi olduğumuz ALLAH(C.C.) a iman etmeliyiz.
     Bir insan iman ediyorum ama Hz Muhammed'i peygamber kabul etmiyorum derse kurtulamaz.Onun öğrettiği ve onun tanıttığı Cenab-ı Allah' a iman etmiş olmaz.
     Günümüzde üç semavi dini bağdaştırmak adı altında yapılan fakat aslında küresel bir din oluşumuna örtülü bir zemin hazırlayan tüm projelerden sünneti seniyeye bağlanarak ve bid'atlardan uzak durarak korunmanın yollarını aramalıyız. İmani delilleri okumalı ama batı felsefesindeki iman biçimine yönelmemeliyiz.
 
 
   
   * Eşyanın Varlığı, Allah'ın Var Etmesiyle Sabittir.
  
      FUSSİLET SURESİ :
    11- Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: "İkiniz de ister istemez gelin!" dedi. İkisi de: "isteye isteye geldik." dediler.
   12- Böylece onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu ve her gökte (bulunan meleklere) işlerine ait emrini vahyetti. Dünya gökyüzünü kandillerle donattık ve koruduk, işte bu, hep o çok güçlü ve herşeyi bilenin takdiridir.
  
 
  *  Eşyanın varlığı sabittir.
    Ehl-i sünnet ve’l cemaat ittifakla "hakaikul eşyai sebitetün" kaidesinde birleşirler. Yani eşyanın hakikatleri sabittir gerçektir, vehim değildir. Gördüğümüz şeyleri ilahi kudret yaratmıştır. Her bir şey bu kudretin eseridir. Birer nakşıdır.
    Eşyanın bir varlığı vardır. Ve o varlık bir derece sabittir. Fakat kendiliğinden değil, Kadir-i Ezeli’nin icadıyla, iradesiyle ve kudretiyle vardır. Eğer varlıkların Allah’ın kudretiye olan alakası kesilse her şey yok olur gider.   
    Eşyanın vücudu Allah’ın var etmesiyle sabittir. Eğer vehim denirse Cenâb-ı Hakkın hallak (yaratıcı), Rezzak (rızıklandırıcı), Muhyi (hayat veren) gibi fiili isimlerinin de hayali, vehmî olması lazım gelirdi ki bu da batıldır.
     İmam-ı Rabbanî Hazretleri (ks) kesinlikle vahdetül vücutçu olmadığı gibi, âlemin yaratılmış olmadığını sırf vehimden ibaret olduğunu savunan vahdetü'l vücut fikrine karşı onların fikirlerini kuvvetli delillerle çürüten bir şahsiyettir. Onun çok derin tahlillerini hakkıyla anlayamadıklarından ve bazı ifadelerini yanlış anlayarak âlemin yalnız insanların vehminde olduğunu savunduğunu zannetmişlerdir. 
     ( Kaynak :  http://www.risaleonline.com )
    
    İşte Sahabe ve Asfiya-i Müçtehidîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt, (Eşyanın hakikatleri kesin olarak vardır) derler ki, Cenâb-ı Hakk'ın bütün esmasıyla hakikî bir surette tecelliyatı var. Bütün eşyanın, Onun icadıyla bir vücud-u ârızîsi vardır. Ve... o vücud çendan Vâcib-ül Vücud'un vücuduna nisbeten gayet zaîf ve kararsız bir zıll, bir gölgedir; fakat hayal değil, vehim değildir. Cenâb-ı Hak, Hallak ismiyle vücud veriyor ve o vücudu idame ediyor."
   Bkz.. Risale-i Nur - Mektubat, On Sekizinci Mektup. (Bediüzzaman)
   * 

 
*
 
  * Bu Makale; Özlem ARSLAN Tarafından Gönderilmiştir.
  

        * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
  
* *  EK BİLGİLER :
   * 
  * İmam-ı Rabbani hazretleri başta vahdet-i vücud bilgileri olmak üzere, yanlış anlaşılan daha birçok meseleyi gayet açık bir şekilde izah ederek, insanların zihinlerini ve kalblerini, yanlış ve bozuk inanışlardan, bid’atlerden temizledi. Hakkı bâtıldan ayırıp, Peygamberimizin hak ve doğru yol olduğunu haber verdiği Ehli sünnet itikadını her yere yaydı.  Genç-ihtiyar herkes ve birçok âlim onun etrafında toplandı. Kendisine ilk defa (Müceddid-i elf-i sani) ismini veren, zamanının en büyük âlimlerinden Abdülhakim-i Siyalkuti'dir. O zamanın diğer büyük âlimleri de onu methedip övmüşlerdir. 
   * İmam-ı Rabbani hazretleri, Mektubat’da buyuruyor ki: (Büyüklerimizin beğendiği, büyük bildiği Muhyiddin-i Arabinin, birçok sözlerinin ehl-i sünnete uymaması, şaşılacak şeydir.  Hataları keşfinde, kalbde doğan bilgilerde olduğu için, ictihaddaki hatalar gibi bir şey söylenemez.  Onu büyük bilir ve severim. Ehl-i sünnete uymayan yazılarını yanlış ve zararlı bilirim. 
    * Onun hakkında konuşanlardan bir kısmı haddi aşıyor, bir kısmı büsbütün mahrum kalıyor. Evliyanın büyüklerinden olan Muhyiddin-i Arabi hazretleri, keşflerindeki hatalardan dolayı büsbütün reddedilemez.  Onun vahdet-i vücud bilgisi, görünüşte, ehl-i sünnet itikadına uymuyor ise de, uydurulması kolaydır.  Aradaki farkın, yalnız sözde ve kelimelerde olduğunu gösterdim.) [ Mektubat-ı Rabbani,  M : 266]
    * (Kıyas ve ictihad, dinin 4 temelinden birisidir. Evliyanın ilhamları böyle değildir.
Bunlara uymaya emrolunmadık. İlham, yalnız sahibi için delildir, başkaları için senet değildir. Tasavvufçuların, ehl-i sünnete uygun olmayan sözlerine uyulmaz.
Fakat, onlara iyi gözle bakarak dil uzatmamalı, şuursuz sözlerinden saymalıdır!) [Mektubat-ı Rabbani, M.272]
   * (Şeyh-i Ekberi [yani İbni Arabiyi] caiz olmayan bazı bilgileri ile, yine makbuller arasında görüyorum. Evliya arasında bulunuyor. Onu reddeden, beğenmeyen tehlikededir.)
   *   [Mektubat-ı Rabbani, C: 3, M. 77]
   * 
   * Tasavvufun gayesi, insanı Marifet-i ilahiyye’ye kavuşturmak, yani Allahü teâlânın sıfatlarını tanıtmaktır. Onun zatını, yani kendisini tanımak mümkün değildir. 
   *  Vahdet-i vücud, tasavvufun gayesi değildir. Gayeye götüren yolculuklarda, kalbde hasıl olan ve akıl ile, fikir ile, madde ile ilgisi olmayan bilgilerdir. Bunlar kalbde bulunmaz, kalbde görünür. Onun için, vahdet-i vücud yerine Vahdet-i şühud demelidir. Kalb, temizlenince, ayna gibi olur. Kalbde görünenler, Allahü teâlânın zatı da, sıfatları da değildir. Sıfatlarının suretleridir. Allahü teâlâ kendi, görme, işitme, bilme gibi sıfatlarının suretlerini, benzerlerini, insanlara vermiştir. Verdikleri Onunkiler gibi değildir. Onun görmesi, ezelidir, ebedidir. Her zaman, her şeyi görür. Vasıtasız, âletsiz devamlı görür. İnsanın görmesi böyle değildir. İnsanın görmesi, o görmenin sureti, zıllidir. Görmesinin zılli gözde, işitmesinin zılli kulakta tecelli ettiği gibi, sevmesi, bilmesi ve başka birçok sıfatlarının zılleri de, insanın kalbinde tecelli eder, hasıl olur.
   * 
  
  
   * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
  
* * * BAKINIZ :     FELSEFE NEDİR?   * * * *
   * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

  
    ****
    ****

TelePhone & WhatsApp :

*****

E-Mail :

altuntopnet@gmail.com

Adress :

BUCA / İZMİR