Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLAM ve BİLİM

  Telfik Nedir?

   ** Telfik, sözlük anlamı itibarıyla kumaşın iki ucunu bir araya getirerek dikmek demektir. Terim anlamıyla ise "bir amelde birden fazla müctehidin görüşünü, hiç birinin câiz görmeyeceği şekilde bir araya getirmek"tir. Âlimlerin geneline göre telfik caiz değildir; çünkü telfike izin vermek, insanların mezheplerin ve müctehidlerin görüşlerinden kendi kafalarına göre seçmeceler yaparak dinle oynamaları sonucuna yol açar.
    
Mesela abdestli bir kimse bir yeri kanadığında Şâfiî mezhebini, karşı cinse dokunduğunda Hanefî mezhebini taklid ederek abdestinin bozulmadığını kabul etse, tek bir amel olan abdestte iki mezhebin görüşünü hiçbirine göre caiz olmayacak şekilde bir araya getirmiş olur. Zira böyle bir abdest Hanefîlere göre elin kanamış olması sebebiyle, Şâfiîlere göre de karşı cinse dokunulmuş olması sebebiyle caiz değildir.
   **
   **
L.f.k. kökünden türeyen ve tef’il babından mastar olan “telfik” kelimesi, sözlük anlamı itibarı ile; “bir kumaş parçasının bir ucunu diğer ucuna birleştirerek dikmek, uydurmak, süslemek, ulaşmak, iltihak etmek, anlamamak, elde edememek” gibi anlamlara gelmektedir. Tef’il kalıbındaki bu kelime, daha çok; “eşya veya işleri bir araya getirmek, birbirine eklemek, tek bir tarzda yürümesi için aralarında uygunluk sağlamak” gibi anlamlarda kullanılır. Fakihler, usulcüler ve muhaddisler de telfik kelimesinin bu son anlamını dikkate almışlardır.
     **
Istılah anlamı itibariyle telfik; “müçtehitlerin herhangi bir konudaki ifadelerinden, onların söyleyemediği bir tarz ya da içerikte hükümler çıkarmak” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımı biraz daha açarsak şunları söyleyebiliriz: Telfik; iki ya da daha fazla mezhebin birbirine zıt hükümlerini, bir meselede ya da fıkhi bir konuda bir araya getirerek iki ya da daha fazla müçtehidin görüşünden yeni bir hüküm icat etmektir. Böyle bir ameliye içerisinde olan bir mukallit hiçbir müçtehidin istinbat etmediği bir hükmü söylemiş olduğundan bir anlamda içtihat etmiş olur. İçtihada ehil olmayanın içtihat etmesi ise haramdır.
     **
Kasım b. Kutlubuğa (ö. 839/1474), İbn Hacer Heytemi (ö. 974/1576), Remli (ö. 957/1550), Ömer b. Nüceym (ö. 1005/1596) ve İbn Abidin’in (ö. 1252/1836) de aralarında bulunduğu çok sayıda muhakkik fakih telfikin mutlak olarak haram addedildiğini, bu noktada icmanın var olduğunu söylemektedir. Onlara göre, telfikin önünün açılmasıyla büyük günahlara meşruiyet kazandırılır. Böyle bir ameliye fıkhın kısmen ya da tamamen bozulmasına sebebiyet verir, haramların mübaha dönüşmesine yol açar. Örneğin, bekâr bir kadınla, gayri meşru bir şekilde birleşmek isteyen kişi telfik yaparak Ebû Hanife’nin nikahta veliyi zorunlu görmemesinden hareketle velisiz, İmam Malik’in şahitleri şart koşmamasını taklit ederek şahitsiz bir nikah akdetse, akdi batıl olur. Çünkü yeni icat edilen bu hüküm, yapılmak istenen zina için takdir edilen bir meşruiyet kılıfıdır. Ve şeri’ hiç bir dayanağı yoktur. Bu yüzden haramdır. “Harama götüren her şey haramdır” ilkesinden hareketle de haram fiillere yol açan telfikin haram olduğuna hükmedilir ( www.ihsansenocak.com/telfik-haram-midir/  ).
    **
İbnu’l-Humam’ın, telfikin haram oluşu ile alakalı görüşü Ebu Hanife ve talebelerine değil de sonraki fakihlere isnat etmesi telfikin caiz olduğuna işaret etmez. Çünkü Ebu Hanife’nin telfik hakkında konuşmaması onun cevazına hükmetmesinden değil, zamanında telfik kapsamında değerlendirilecek bir mesele olmamasındandır. O bir fakihti, sihirbaz değildi ki! Kendi zamanında olmayan, ondan asırlarca sonra ortaya çıkan bir hadise hakkında hüküm beyan etsin!
   
İbnu’l–Humam, telfikin haram oluşu ile alakalı görüşün kime ait olduğunu bilmesine biliyordu da, Reşid Rıza, Fethu’l-Kadir müellifinin telfikin ilk olarak hicri yedinci asırda telaffuz edilmeye başlandığını bildiğini bilmiyordu. Bu yüzden onun isnadından telfikin caiz olduğu hükmünü çıkarıyor.
İbnu’l–Humam’ın telfikin haram oluşunu Karafi’ye isnat etmesine gelince; bu isnat O’nun telfikin helal olduğunu kabul ettiği anlamına gelmez. Çünkü İbnu’l-Humam başta olmak üzere İz b. Abdisselam, İbn Dakiki’l-İyd (ö. 701/1302) gibi muhakkik fakihler telfikin haram olduğunu açıkça belirtmektedirler ( www.ihsansenocak.com/telfik-haram-midir/   ).
      **
     **
(Hulâsat-üt-tahkîk) sonunda buyuruyor ki, (müslimânlar, yâ müctehid olur, yâhud, ictihâd derecesine yükselmemişdir. Müctehid de, yâ (Mutlak müctehid) olur. Yâhud, (Mukayyed müctehid) olur. Mutlak müctehidin, başka bir müctehidi taklîd etmesi câiz değildir. Kendi ictihâdına uyması lâzımdır. Mukayyed müctehidin ise, bir mutlak müctehidin mezhebinin usûllerine uyması vâcibdir. Bu usûllere uyarak yapacağı kendi ictihâdına uyar.
    
Müctehid olmıyanlar, dört mezhebden dilediğine uyar. Fekat, bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahîh olması için şart etdiği şeylerin hepsini yapması lâzımdır. Bu şartlardan birini yapmazsa, bu işi sahîh olmaz. Bu işin bâtıl olacağı sözbirliği ile bildirilmişdir. Bir mezhebin dahâ üstün olduğuna inanması şart değil ise de, herkesin, kendi mezhebinin üstün olduğuna inanması iyi olur. Bir ibâdeti veyâ bir işi yaparken, birkaç mezhebi (Telfîk etmek), ya’nî bu işi bu mezheblerin birbirlerine uymıyan sözlerine göre yapmak, dört mezhebden çıkmak ve beşinci bir mezheb meydâna getirmek olur. Bu iş, karışdırmış olduğu mezheblerin hiçbirine göre sahîh olmaz, bâtıl olur. Dîni oyuncak yapmış olur. Bunun için, (Havz-ı kebîr)den az olan ve kulleteyn denilen mikdârdan az olmıyan bir suyun içine necâset düşmüş, suyun rengi, kokusu veyâ tadı değişmemiş olup, bu su ile abdest alırken niyyet etmez ise ve abdest uzvlarını sıra ile yıkamaz ve uğmaz ve birbirleri ardı sıra çabuk yıkamazsa ve Besmele ile başlamazsa, bunun abdesti, dört mezheb imâmlarının hiçbirine göre sahîh olmaz. Buna sahîh diyen, beşinci bir mezheb uydurmuş olur. Bir müctehidin dahî, dört mezhebin sözbirliğine uymıyan beşinci bir söz söylemesi câiz değildir. [Yukarıda ismi geçen (Kulleteyn) mikdârı suyun ne demek olduğu (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında uzun bildirilmişdir.] Sadr-üş-şerî’a, (Tavdîh) kitâbında diyor ki, (Bir işin yapılması için, Eshâb-ı kirâmdan iki dürlü haber gelmiş ise, sonradan gelenlerin, bir üçüncüsünü söylemeleri, söz birliği ile câiz değildir. Her asrın âlimleri de, Eshâb-ı kirâm gibidir diyenler oldu). Molla Husrev “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Mir’ât-ül-üsûl)de diyor ki, (Bir işin yapılmasında, birinci asrın âlimlerinden, birbirlerine benzemiyen iki haber gelmiş ise, bu iş için üçüncü bir söz söylemenin câiz olmadığı icmâ’ ile bildirilmişdir. Her asrın alimlerinin de, Eshâb-ı kirâm gibi olduğunu söylemek sahîhdir). Celâleyn tefsîrinin ilk yazarı Celâleddîn-i Mihallî, Süyûtînin (Cem’ul Cevâmi’)i şerhinde diyor ki, (İcmâ’a muhâlefet harâmdır. Âyet-i kerîme ile men’ edilmişdir. Bunun için, Selefin ihtilâf etdiği bir iş için, üçüncü bir söz söylemek harâm olur).
     
Bir ameli iki veyâ üç veyâ dört mezhebin birbirlerine uymıyan sözlerine göre yapmak, bu mezheblerin icmâ’ını bozar. Bu ameli bu mezheblerden hiç birine göre sahîh olmaz. Ya’nî, (Telfîk) câiz değildir. Kâsım bin Katlûbega, (Tashîh)de diyor ki, (Bir işi iki muhtelif ictihâda uyarak yapmanın sahîh olmıyacağı sözbirliği ile bildirildi. Bunun için, abdest alırken başının hepsini mesh etmiyen kimse, köpeğe değdikden sonra nemâz kılarsa, bu nemâzı sahîh olmaz. Böyle nemâzın, sözbirliği ile bâtıl olduğu Şâfi’î âlimlerinden Şihâbüddîn Ahmed bin İmâdın “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tevkîfül-hükkâm) kitâbında da yazılıdır). Yukarıda yazılı kimse, başının hepsini mesh etmediği için, imâm-ı Mâlik “rahmetullahi teâlâ aleyh”, köpeğe süründüğü için de imâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bunun abdesti ve nemâzı sahîh olmaz dediler.
     
İsmâ’îl Nablüsî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Dürer) şerhini şerh ederken (İkd-ül-ferîd)den alarak diyor ki, (İnsanın bir mezhebe bağlı kalması şart değildir. Başka mezhebi taklîd ederek de işini yapabilir. Fekat, bu iş için, o mezhebde olan şartların hepsini yerine getirmesi lâzımdır. Birbirine bağlı olmıyan iki işi, başka iki mezhebe uyarak başka dürlü yapabilir). Başka mezhebi taklîd ederken, şartların hepsini yapmak lâzım demek, telfîkin sahîh olmadığını bildirmekdedir.
     
Hanefî âlimlerinden Abdürrahmân İmâdî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mukaddime) kitâbında diyor ki, (Bir kimse, zarûret olunca, başka üç mezhebden birini taklîd edebilir. Fekat, o mezhebin bu iş için bildirdiği şartların hepsini de yapması lâzımdır. Meselâ, hanefî mezhebinde olan bir kimsenin, şâfi’îyi taklîd ederek necâset bulaşmış kulleteyn mikdârı sudan abdest alırken, niyyet etmesi ve tertîbi gözetmesi ve imâm arkasında Fâtiha okuması ve ta’dîl-i erkânı muhakkak yapması lâzımdır. Bunları yapmazsa, nemâzının bâtıl olacağı sözbirliği ile bildirilmişdir). Başka mezhebi taklîd için, zarûret hâlinde olmasını yazması lâzım değildi. Burada zarûret demekle, ihtiyâcı bildirmiş olmakdadır. Çünki, âlimlerin çoğuna göre, insanın dâimâ aynı bir mezhebe uyması lâzım değildir. Kendi mezhebine uyarken, harac, meşakkat hâsıl olursa, başka mezhebi taklîd edebilir. Bu yazılarımız telfîkin sahîh olmadığını göstermekdedirler.
     
İbni Hümâmın (Tahrîr) kitâbında, telfîkın sahîh olduğunu gösteren bir yazı yokdur. Muhammed Bağdâdî ve İmâm-ı Münâvî, İbni Hümâmın (Feth-ul-kadîr) kitâbında, (İctihâd ve burhân ile, başka mezhebe nakl etmek günâhdır. Böyle kimse ta’zîr olunur. İctihâd ve burhân olmadan nakl ise dahâ fenâdır. Nakl, işlerini, ibâdetlerini başka mezhebe göre yapmakdır. Nakl etdim demekle olmaz. Buna va’d denir. Nakl denmez. Böyle söz vermekle, o mezhebe tâbi’ olması vâcib olmaz. (Bilmediğinizi bilenlerden sorunuz!) âyet-i kerîmesi, âlim olduğu bilinen [çok zan olunan] kimseden hükm istemeği emr etmekdedir. Âlimlerin, mezheb değişdirmeği yasak etmeleri, mezheblerin kolaylıklarını toplamağı önlemek içindir. Âlimlerin çoğuna göre, her müslimân, başka başka işlerinde, kendine kolay gelen ictihâda uyabilir) dediğini bildirdiler. Bir câhil, İbni Hümâmın (Her müslimân, her işinde, kendine kolay gelen ictihâda uyabilir) sözü, telfîkın sahîh olduğunu gösteriyor derse, bu anlayışı yanlışdır. Çünki o söz, bir işin hepsini bir mezhebe göre yapmağı gösteriyor. Bir işi çeşidli mezheblere uyarak yapmağı göstermiyor. Bunu anlıyamıyan mezhebsizler ve dinde reformcular, İbni Hümâmı kendilerine yalancı şâhidi gösteriyorlar. Hâlbuki İbni Hümâm, (Tahrîr) kitâbında, telfîkın câiz olmadığını açıkca yazmakdadır. ( Faideli Bilgiler   ).
    **
    **
 Dinde reformcu, mezheb imâmlarının sözbirliğine de karşı geliyor, diyor ki, (Telfîkin bâtıl olduğu hükmünde icmâ’ bulunduğu iddi’âsını kabûl etmek mümkin değildir. Bu konuda farklı görüşler vardır. Kendi mezhebinin imâmlarından hiçbirinin söylemediği bu sözü (Dürr-ül-muhtâr) sâhibi nasıl söyliyebilir ki, kendi mezhebi, üç imâmın ictihâdlarından telfîk edilmişdir. Hanefîlerin telfîki kabûl etmediklerinin doğru olmadığını ibni Hümâmdan da anlıyoruz. Telfîk, ya’nî, birkaç mezhebi cem’ etmek sûreti ile verilmiş fetvâlar da oldukça çokdur. Bunların en meşhûr olanlarından birisi, “menkûl malını kendine vakf etmek” olup, imâm-ı Ebû Yûsüf ile imâm-ı Muhammedin ictihâdlarını telfîk ederek câiz görülmüşdür. İbni Âbidînin, bir mezheb içindeki imâmların ictihâdlarını birleşdirmek telfîk olmaz demesi, aklı başında olan bir kimsenin söyliyemiyeceği bir keyfî hükmdür. Mukallid bile olsa, hiçbir kimse, birbirine aykırı iki görüşü aynı zemânda kabûl etmez. Fıkh kitâblarını yazanların kendilerinden söyliyemiyeceklerini, ben de kabûl ediyorum. Çünki, mukallid olanın ilmi yokdur ki, kendinden söylesin. Onun yapacağı şey, başkasının söylediğini nakl etmekdir. Nitekim bunu da allâme Kâsımdan, o da (Tevfîkul-hükkâm)dan nakl etmişdir. Birisi, mes’ele üzerinde ihtilâf edildiğini, çeşidli görüşlerin mevcûd olduğunu bilmediğinden, “icmâ’ vardır” sözünü söyleyiveriyor. Diğerleri de, bunu nakl ediyor. Hakkın her zemân ekseriyyet ile berâber olacağını sanmak doğru değildir. Yûsüf sûresindeki bir âyet-i kerîmede meâlen, (Sen ne kadar yürekden istersen iste, yine de insanların çoğu inanmazlar) buyuruldu)  diyor.
    
Dinde reformcu, bu yazısında hem cehâletini, hem de Ehl-i sünnet düşmanlığını açıkça ortaya koyuyor. Hanefî mezhebi, üç imâmın ictihâdlarından telfîk edilmişdir sözü, onun üsûl-i fıkhdan hiç haberi olmadığını i’lân ediyor. Kısa görüşü ile, vesîka sanarak ileri sürdüğü delîllerin, maksadla hiç alâkası yokdur. Kısaca deriz ki, hanefî mezhebinin üsûl ve kavâ’idini, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” kurmuşdur. İmâm-ı Ebû Yûsüf (vefâtı 182 [m. 798]), imâm-ı Muhammed (vefâtı 189 [m. 804]), İmâm-ı a’zamın talebeleridir. Yüzlerle talebesi gibi, bunları da, senelerce yetişdirmiş, ictihâd derecesine ulaşdırmışdır. Bu iki müctehid ve arkadaşları, birçok müctehidler, hocalarından öğrendiklerini, yine hocalarının bildirdiği üsûllerle ve kâidelerle ölçerek karşılarına çıkan yeni hâdiselere farklı fetvâlar vermişlerdir. Hanefî mezhebinde bu iki İmâmın fetvâları birleşdirilmemişdir ki, telfîk olsun. Hanefî mezhebinde İmâm-ı a’zamın sözü ile amel olunur. İmâm-ı a’zamın ictihâdı bulunmadığı mes’elelerde, imâm-ı Ebû Yûsüfün ictihâdı ile amel olunur. Bu da bilinmiyorsa, imâm-ı Muhammedin fetvâsı ile amel olunur. Bu sırayı ancak zarûrî hâllerde değişdirmek veyâ ikisini birleşdirmek câiz olur. Meselâ, aldığı kirâlar, çoluğunun, çocuğunun ihtiyâçlarını ve borçlarını karşılamıyan kimse, imâm-ı Muhammede göre fakîrdir. Şeyhayn indinde zengin sayılır. Böyle kimse fıtra vermez ise ve kurban kesmezse, imâm-ı Muhammede göre günâhdan kurtulur. Fıtra verir ve kurban keserse, Şeyhayne göre vâcib sevâbına kavuşur. Üzerine vâcib olmıyan ibâdeti yapan, yalnız nâfile ibâdet sevâbı kazanır. Vâcib sevâbı kazanamaz. Vâcibin sevâbı bundan katkat dahâ fazladır. Görülüyor ki, ictihâdların ayrı olması, müslimânlara rahmet olmakdadır. Bir mezheb içinde bulunan imâmların ictihâdlarını birleşdirmeğe telfîk denmez. Telfîkin câiz olduğunu göstermez. Dört mezhebden birkaçını karışdırmağa telfîk denir. Hanefîlerin telfîki kabûl etmediklerinin doğru olmadığını ibni Hümâmdan anlaması da, yalandır. Çünki, ibni Hümâm, (vefâtı 861 [m. 1457]), (Tahrîr) kitâbında diyor ki, (Bir işi bir mezhebe göre yaparken, başka bir mezhebi de taklîd etmesi, iki mezhebde de bâtıl olacak birşey yapmamak şartı ile câiz olur. Abdest alırken, Şâfi’î mezhebini taklîd ederek, uzvlarını ovmıyan kimse, kadına eli değince, Mâlikî mezhebine göre abdest bozulmadı diyerek, nemâz kılsa, bu nemâzı bâtıl olur. Çünki, abdesti, her iki mezhebe göre sahîh değildir.) İbni Hümâmın bu yazısını (Hulâsat-üt-tahkîk) kitâbı vesîka olarak bildirerek, mezhebleri telfîk etmenin câiz olmadığını bununla isbât etmekdedir. Din adamı olarak ortaya çıkan dinde reformcu, müslimânları aldatmak için, ibni Hümâmın sözlerini değişdirmekde, bu yüce imâma karşı çirkin iftirâ yapmakdadır. Bundan başka telfîkin kabûl edilmediğini, hem de bunda icmâ’ olduğunu bildiren, ibni Hümâmın talebesi olan Şeyh Kâsımdır. Şeyh Kâsım, hocası ibni Hümâmdan öğrendiği bu icmâ’ı, (Et-tashîh) adındaki kitâbında yazmakdadır. Bu kitâb, (Kudûrî)nin şerhidir.
   
Hanefî mezhebinde olan müftînin imâm-ı Ebû Yûsüfün veyâ imâm-ı Muhammed Şeybânînin ictihâdına göre fetvâ vermesinin, hanefî mezhebinin hilâfına olmıyacağını (Dürer) kitâbı da haber vermekdedir. Çünki her iki imâm da, İmâm-ı a’zama uymıyan ictihâdlarının hepsinin ondan işitdikleri bir rivâyet olduğunu söylemişlerdir. Bundan dolayı imâm-ı Tarsûsînin (Nef-ul-vesâil) kitâbında ve allâme İbn-ül-Şelbînin fetvâlarında bulunan işkâlin ortadan kalkmış olduğunu ibni Âbidîn, (Vakf-ül-menkûl) hâşiyesinde yazmakda ve (İnsanın kendine birşey vakf etmesi, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre câiz olup, imâm-ı Muhammede göre câiz değildir. Nakl olunabilen şeyin vakfı, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre câiz değil, imâm-ı Muhammede göre câizdir. Bu imâmların ikisi de, nakl olunabilen birşeyi kendine vakf etmenin câiz olacağını söylememişlerdir. Her iki imâmın ictihâdları birleşdirilerek, bunun da câiz olmasına fetvâ verilmişdir. Tarsûsînin (Münyet-ül-müftî) kitâbında, hükm-i müleffak câizdir diyerek yazdığı mes’ele, işte budur. Yoksa, başka mezhebleri birbiri ile karışdırmak, sözbirliği ile câiz değildir. (El-Ukûd-üd-dürriyye fî tenkîh-il Hâmidiyye) kitâbının birinci cildi yüzdokuzuncu sahîfesinde bunu bütünü ile açıkladım) demekdedir. Para vakfına da, imâm-ı Ebû Yûsüf ile imâm-ı Züferin ictihâdlarının birleşdirilmesi ile câiz denilmesi, başka mezhebler arasında yapılan hükm-i müleffak câiz olacağını göstermez. Çünki, bu her iki imâm da, Hanefî mezhebindedirler. Dinde reformcu, fıkh kitâblarındaki bu açık yazıları tersine çevirerek, hem gençleri aldatmağa, hem de (Dürr-ül-muhtâr) ve (İbni Âbidîn) gibi en kıymetli fıkh kitâblarını lekelemeğe, Ehl-i sünneti içden yıkmağa çalışmakdadır. Bu alçak siyâseti, Reşîd Rızânın bir din adamı değil, din adamı şeklinde görünen bir (Zındık) olduğunu açık olarak ortaya koymakdadır.  ( Faideli Bilgiler   ).
      
     **
 Dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir kolaylıklar mezhebi uydurmaya Telfîk denir. Telfîk ittifakla bâtıldır. Dört hak mezhep birleştirilemez, bir mezhep haline getirilemez. Mezhepsizlerin yaptıkları iş, sanki geyiğin boynuzunu, filin hortumunu, kangurunun kesesini, yılanın gövdesini, domuzun kuyruğunu alıp, hilkat garibesi bir hayvan meydana getirmeye benziyor. Bunlar, hem mezhepleri kabul etmezler, hem de hangi mezhebin hükmü kolay ise ona göre hareket ederler. Mesela derisinden kan çıkınca Şafii’de bozmaz; kadına dokununca Hanefi’de bozmaz diyerek o hükümle amel ederler. Bir mezhebe göre hareket etmezler. Buna Telfîk denir, caiz değildir, haramdır. Müctehidlerin farklı ictihadları rahmettir. Tek hüküm rahmet olsaydı Peygamber efendimiz bunu bildirir, ictihadı yasaklardı.
     
Bir işin, bir ibadetin sahih olması için, dört mezhepten birine uygun olması lazımdır. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz. Mesela, deriden kan akarsa, Hanefi’de abdest bozulur, Şafii‘de bozulmaz. Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Şafii’de, abdesti bozulur. Hanefi’de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa, her iki mezhebe göre abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldığı namaz sahih olmaz. Bu kimse, iki mezhebi Telfîk etmekte, karıştırmaktadır. Böyle kimsenin ibadetinin sahih olmayacağı sözbirliği ile bildirilmiştir. Bir ibadetin bir şartı bir mezhebe, başka şartı da başka mezhebe göre sahih olursa, bu ibadet sahih olmaz.
  
Mezheplerin ruhsatlarını, kolaylıklarını araştırarak, işini bunlara uygun olarak yapan kimseye Müleffik denir. Böyle yapmak caiz değildir. İslâmiyete uymak istemeyenin yapacağı şeydir. İhtiyaçtan dolayı veya zaruret ile bir işini başka mezhebe uyarak yapmak caizdir. Kolaylık için başka mezhebe geçmek, nefse uymak olur, caiz olmaz.
   
   *
* "Telfîk, farklı mezheplerin görüşlerinden mürekkep bir hükme ulaşmayı ifade eden bir kavramdır. Bu kavrama dair “iki mezhebin birleştirilmesinden oluşmuş bir şey [görüş] ile amel etmek”, “iki mezhebi bir yere getirerek amel etmek” yahut da “bir meselenin hükmünü birden fazla mezhepten seçilen unsurlardan yararlanarak oluşturmak” gibi farklı tanımlara ulaşılabiliyor olsa da söz konusu tanımların ortak noktası telfîk yoluyla farklı mezheplerden mürekkep bir hükme ulaşılmaya çalışılmasıdır. Dimyâtî, telfîk neticesinde iki farklı görüşün bir araya getirilmesi ile mürekkep tek bir hakikatin neşet ettiğini belirtir. Telfîkin sadece iki mezhep arasında değil daha çok mezhebin görüşleri arasında gerçekleşmesi de mümkündür. Telfîk neticesinde müctehidlerden hiçbiri tarafından ileri sürülmeyen (iki mezhep arasında yapılması halinde üçüncü) bir görüşe ulaşılmaktadır ve bu hüküm hiçbir mezhep imamına göre sahih değildir. Bu sebeple telfîk bir müctehidin taklid edilmesi bağlamında değerlendirilemez. Telfîk tartışmasının temelinde, mukallidin farklı mezheplerden kendisine daha az yükümlülük getiren yahut da daha kolay gelen hükümleri seçerek amel edip edemeyeceği meselesi yatmaktadır.
   
Telfîk, tek bir mesele bağlamında gerçekleştiğinden farklı meselelerde farklı mezheplerdeki ruhsatlarla amel edilmesi anlamındaki ittibâu’r-ruhas kavramından ayrılır. Şürünbülâlî, Abdülğanî en-Nablûsî (ö. 1143/1731) ve Ebû Bekir b. Muhammed Şattâ ed-Dimyâtî (ö. 1302/1884) gibi telfîke kesin olarak karşı çıkan fıkıh âlimleri, mukallidlerin telfîke sadece kendilerine daha az yükümlülük getiren hükümleri almak için başvuracaklarını ileri sürmüşlerdir. Sedd-i zerâi delili kapsamında ruhsat hükümleriyle amel etme düşüncesinin engellenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Zira bir kişinin nefsinin istek ve arzularına göre hareket ederek ictihadlar arasında seçim yapması, hileye başvurma ve iki ruhsatı birleştirme gibi yollarla onu haramı işlemeye sevk edecektir. Mezheplerin ruhsat hükümlerinin benimsenmesi konusu bağlamında telfîk meselesini tartışan Karâfî ve Emîr Pâdişah gibi farklı mezheplere mensup fıkıh âlimleri ise daha kolay olan hükümleri tercih etmenin Hz. Peygamber’in Sünnet’ine dayandığını ileri sürerek telfîke cevaz vermektedir" ( Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi – Taklid Kavramına Dair Tartışmalardan Biri Olarak Mezhepler Arasında İntikâl Meselesi , Sh: 13 – 14 ).
    
    **
(Dürr-ül-muhtâr)ın sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” önsözünde ve bunun (Redd-ül-muhtâr) hâşiyesinde [ya’nî İbni Âbidînde] diyor ki, (Bir işi, ibâdeti yaparken mezheblerin kolaylıklarını araşdırıp, bunlara göre yapmak bâtıldır. Meselâ abdestli kimsenin derisinden kan aksa, Şâfi’î mezhebinde abdesti bozulmaz. Hanefîde bozulur. Yabancı kadının derisine, derisi değse, Şâfi’îde bozulur. Hanefî mezhebine göre bozulmaz. Abdest aldıkdan sonra derisinden kan akan ve derisi yabancı kadının derisine değen bir kimsenin bu abdestle kıldığı nemâz sahîh olmaz. Bunun gibi, bir işi bir mezhebe göre yaparken, ikinci bir mezhebe de uymak sözbirliği ile bâtıldır. Şöyle ki, Şâfi’î mezhebine uyarak, başının az bir yerini mesh eden kimseye köpek sürtünse, bu kimsenin Mâlikîyi de taklîd ederek, burasını yıkamadan kıldığı nemâz sahîh olmaz. Çünki Şâfi’îde köpek sürtünenin nemâzı sahîh olmaz. Mâlikîde, köpek necs değil ise de, başının hepsini mesh etmesi lâzımdır. Yine bunun gibi, ikrâh ile, ya’nî korkutularak yapdırılan talâk, Hanefîde sahîh olur. Diğer üç mezhebde sahîh olmaz. Bu adamın, Şâfi’î mezhebine uyarak, boşadığı kadın ile ve Hanefîyi taklîd ederek, bu kadının kız kardeşi ile, aynı zemânda evli olması câiz değildir. Çünki, bir iş yaparken mezhebleri (Telfîk) etmek ya’nî kolaylıklarını arayıp bunlara göre yapmak, sözbirliği ile sahîh değildir. Dört mezhebden, hiçbirine uymadan bir şey yapmak da câiz değildir). Nemâz vaktlerini anlatırken diyor ki, (Sefer ve matar gibi özr olunca, öğle ve ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birlikde kılmak Şâfi’îde câizdir. [Matar, yağmur demekdir.] Hanefîde câiz değildir. Bir hanefî, seferî iken, meşakkat olmadığı hâlde, öğleyi ikindi vaktinde kılsa harâm olur. İkindiyi öğle vaktinde kılsa hiç sahîh olmaz. Şâfi’î mezhebinde ise, ikisi de sahîh olur. Kendi mezhebine göre harac, ya’nî meşakkat olduğu zemân, kendi mezhebindeki ruhsatla amel etmesi câiz olur. Ruhsat ile de yapmakda meşakkat olursa, başka mezhebi taklîd etmek câiz ise de, o mezhebde, o ibâdet için farz ve vâcib olan şeyleri de yapması lâzımdır.) Bir işi, bir ibâdeti yaparken başka bir mezhebi taklîd eden kimse, kendi mezhebinden çıkmış olmaz. Mezheb değişdirmiş olmaz. Yalnız o işi yaparken diğer mezhebin şartlarına ri’âyet etmesi lâzımdır ( Faideli Bilgiler  ).
    **
    **
Sual: Bir Müslüman, kendi mezhebinde yapamadığı bir şeyi, başka bir mezhebe uyarak yapabilir mi, böyle yapınca mezhep değiştirilmiş mi olur?
Cevap: Mezhep taklidi, ancak dinimizin emrettiği bir iş yapılırken, meşakkat, sıkıntı olduğu zaman, bu sıkıntıdan kurtulmak için yapılır. Başka mezhebi taklit etmek, mezhep değiştirmek demek değildir. Haraç yani zorluk olduğu zaman, başka mezhebi taklit eden bir Hanefi, Hanefi mezhebinden çıkmış değildir. Yalnız, o ibadetin, o mezhepteki farzlarına ve müfsidlerine tâbi olur. Vaciblerde, mekruhlarında ve sünnetlerinde kendi mezhebine tâbi olur. Meselâ, derisinden kan çıkınca da, abdest almakta ve vitir namazını vacib olarak kılmaktadır. Gusül abdesti için taklit edilince, yalnız gusülde, abdestte ve namazda Maliki veya Şâfiî mezhebini taklit etmektedir. Taklit ettiği mezhebin bir şartını, zaruret yok iken yapmazsa, bu ibadetleri sahih olmaz. İki mezhebi zaruretiz karıştırmış, telfîk etmiş olur. Guslü ve namazı iki mezhebe göre de sahih olmaz. Mezhep taklidi, yalnız niyet etmekle, lâf ile olmaz. Taklit edilen mezhebin, o ibadette bildirilen farzlarını, müfsitlerini öğrenmek ve bunların hepsine uymak şarttır.
      **
   
 **   İnsanının belli bir mezhebe bağlı olma mecburiyeti var mıdır, yok mudur?
      Bil ki, sahabi, tabiun ve tebei tabiînden geçmiş selefin mezhepleri o kadar çoktur ki, bunları saymak mümkün değildir. Hepsi de şartlar gereği Allah'ın yardımıyla yapılmış içtihatlardır. Hiç kimsenin bu içtihatların aleyhinde konuşması, caiz değildir. Nitekim Şeyh Abdurrauf el-Münavî (1031/1622), " Şerhü'l-Cami' li’l-Esyutî" de şöyle demektedir; "Dört mezhep imamı, iki Süfyan - yani Süfyan, es-Sevrî (161/777) ve Süfyan b.'Uyeyne (198/813), Evza'i (İ57/774), Davut ez- Zahirî (270/883, İshali. b.Râhuye (238/852) ve diğer imamlar, doğru yoldadırlar. Onlar, aleyhlerine konuşulanlardan beridirler. Aleyhlerine konuşanlara da iltifat edilmez";
     Cem'u'l-Cevami' de ise şu ifadeler vardır: Şafiî, Mâliki, Ebu Hanîfe, iki Süfyân, Ahmet, Evza'i, İshak,, Davut ve Müslümanların diğer imamları, hak yoldadırlar." (Cem'u'l-Cevami'in) şârihi el-Mahallî de şöyle demektedir: "Bunların aleyhine konuşanlara itibar edilmez. Çünkü bu zatlar, onların söylediklerinden beridirler."
     Ben de derim ki; eğer bu zatlar, yapıldığı takdirde cezayı gerektiren bir şey yapmışlarsa ve bu konuda hiç İçimse onları tenkit etmemişse, tenlcid etmeyenlerin bir günahı yoktur. Eğer bu şahıslar böyle bir şey yapmamışlar da, birileri onları tenkid etmişse, günah tenkid edenlere aittir. Nitekim Cenab-ı Hâk, şöyle buyurmaktadır:  "Onlar bir ümmet idi, gelip geçtiler, onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız size, aittir. Siz onların yaptıklarından sorulmazsınız." ( Bakara ,134 ).
      Şu anda dört mezhebin dışında kalan diğer Mezheblerin birini taklîd ise, caiz değildir. Bu, dört mezhebin daha üstün olmasından, ya  da diğer mezheplerin noksanlığından dolayı değildir. Mezhepleri, tedvin edilmediği için mezheplerinin şartlarını, kayıtlarını bilmediğimiz ve bunların bize kadar tevatürle gelememiş olmasından dolayıdır. Yoksa bıı mezheb sahipleri arasında bütün ümmetçe en . faziletli insanlar olarak bilinen halifeler de vardır. Şayet bize kadar tevatürle gelen bir şey olsaydı, onu taklîd etmemiz caiz olurdu. Ancak bu şekilde bize kadar gelen bir şey yoktur.
    ** Hanefi ‘ulemasından Ibn Nüceym(970/ 1457) , el-Eşbâh vefn-Nazâir’inde, İbn Hümam (861/1457),ın et-Tahrir’de şöyle dediğini kaydetmektedir; "Dört mezhebe muhalif olan bir mezheple amel etmenin caiz olmadığına dair icma olmuştur. Çünkü bu dört mezhep, 'kaydedilmiş, meşhur olmuş ve tâbileri çok olan mezheplerdir”.
     Bunları öğrendikten sonra bil ki; şu anda taklîdi caiz olan mezhepler, bu dört mezheptir, başkası değil. Şu anda Hz.Muhammed (s.a v)'in şeriatıyla amel etmek genellikle bahsi geçen dört mezhepten biriyle amel etmeye münhasırdır. Zarurâtı dîniyye denilen ve herkesçe bilinen dîni konularda dört mezhepten herhangi birini taklîde ihtiyaç yoktur Meselâ, namaz, oruç, zekât ve haccın farz olması gibi, zinanın, ters ilişkinin, içki içmenin, adam öldürmenin hırsızlık, gasp ve benzerlerinin lıaram olması gibi. Diğer ihtilaf edilen konularda taklîde ihtiyaç vardır.Acaba bu konularda dört mezhepten birini taklîd eden insanın sürekli bu mezhepte kalması, ya da başka bir mezhepe geçmesi caiz midir. Bu konuda, İmam Ebu Abdillah Miuhammed b.Abdilmelik el-Bağdadî el-Hanefî, taklidin hakikatim açıklamak için yazdığı risâlesinde şöyle demektedir: « Taklîd başkasının sözünü, delilini bilmeden kabul etmektir. Delilini bilmek müetehidin görevidir. Taklîd ise, amel etmenin nedenidir, illetidir İctihadî konularda müetehidin kendi içtihadından başka bir ictihadla amel etmesi, caiz olmadığı gibi, mukallidin de bir amelî konuda müetehid bir müftiden aldığı fetvanın dışına çıkması ve onu taklîd etmekten başka bir şekilde amel etmesi caiz olmaz.» İlim adamları der ki: mutlak mukallidin bütün meselelerde bir müetehide bağlanması gerekir. Herhangi bir müetehidi taklîd etmeden bir şeyle amel etmesi, caiz olmaz. Şayet, kişi bazı konularda müetehid ise, herhangi bir müetehidi taklîd etmesinin gerekip gerekmemesi konusunda ihtilaf edilmiştir.Bazılarma göre, mutlak mukallid gibi her konuda bir müetehidi taklîd eder. Çünkü ictihad tecezzi (bölünme) kabul etmez. Bazılarına göre ictihad edemediği konularda taklîd eder. İctihad edebildiği konularda ictihad eder. Çünkü bunlara göre, içtihat bölünebilir. Bu görüş, bir çoğunun tercih ettiği görüştür.
   Mukallid bir insan, bir müctehidi taklîd ederken bir başka meselede diğer bir mezhebi taklîd edebilir. Mesalâ, bir meselede Ebu Hanefi’yi taklîd ederken, ikinci bir meselede Şafiî'yi taklîd eder. İbn Huıham (861/1456) usul-i fıkıhla ilgili et- Tahrir isimli eserinde bunu bu şekilde ifade etmiştir, ibn Harîb (646/1248) ve Âmidi de aynı görüşü paylaşırlar. İbn Humam’a göre bu mecburidir. Çünkü müslümanlar her asırda farklı farklı insanlara soru sormuşlar ve belli bir şahsa bağlı kalmadan aldıkları cevablarla amel etmişlerdir. Ancak bu, daha önce sorup öğrendiği, amel ettiği bir konu olmamalıdır. Daha önce taklîd ettiği bir konu-ise bundan rucu edemez. İlim adamlarının bu bu hususta ittifakı vardır. Âmidi ve İbu Hacib aynı görüştedir.

**
**
**
**
**

TelePhone & WhatsApp :

*****

E-Mail :

altuntopnet@gmail.com

Adress :

BUCA / İZMİR