Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLAM ve BİLİM

İSRA ve MİR'AC MUCİZESİ

    **     
   * Hz. Peygamber'in (s.a.) birçok tecellilere mahzar olduğu Miraç, iki aşamalı olarak gerçekleşmiştir.  İlki İsrâ, ikinci aşama ise, Miraç Olayıdır. Birbirini izleyen İsrâ ve Miraç olayı, Hz. Peygamber'in (s.a.) Medine'ye hicretinden bir buçuk yıl kadar önce 621 yılında Mekke'de meydana gelmiştir. İsrâ ve Miraç, gece seyahati ve yüce makamlara yükselme anlamındadır(**).
   *
İsrâ ve Miraç Olayı, Hz.Peygamber'in (s.a.) hadislerinde, canlı bir tasvir ve temsil üslûbuyla daha açık ve ayrıntılı olarak yer almıştır(**).
      * 

       İSRA NEDİR?
    * Hz.Peygamber'in (s.a.) hayatındaki önemli olaylardan olan İsrâ Olayı, Recep ayının 27. gecesi,  Vahiy meleği Hz.Cebrâil'in (A.S.) Yüce Allah'ın kendisini yüce katına davet ettiğini bildirmesiyle başladı. Hz. Peygamber (s.a.), Hz. Cebrâil'in rehberliğinde manevî binit Burak'la Mekke'deki Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya gitmiştir. Miracın, Yüce Allah'ın sosuz kudretiyle gerçekleşen Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya kadarki bu ilk bölümüne İsrâ adı verilir(**).  *
  *
  * "İsra" kavramı "Sery" kökünden türemiştir. Gece yürüyüşü demektir. "Esra" ifadesi beraberinde zamanını da göstermektedir. Ayrıca zamanını belirtmeye gerek yoktu. Buna rağmen Kur'an-ı Kerim'in metoduna uygun olarak tasvir ve gölgelendirme amacıyla ayette "gece" sözcüğüne yer verilmiştir. "Kulu Muhammed'i, bir gece Mescidi Haram'dan (Kabe'den) yola çıkararàk, kendisine bazı mucizelerimizi, olağanüstülüklerimizi gösterelim diye, çevresini kutsal kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ulaştıran Allah, her türlü noksanlıklardan uzaktır."
   *
   *
 Gece yürüyüşü, geceleyin yaya veya binekli olarak yapılan yürüyüş. Istılahta; Hz. Peygamber (s.a.s)'in gece Burak isimli bir binitle Mekke'den Kudüs'teki Beyt-i Makdis'e götürülmesi hadisesidir. Buradan Hz. Peygamber Mi'raca çıkmıştır.
  
İsrâ hadisesi Kur'an ile sabit olduğu için bu hadisenin inkârı mümkün değildir. Kur'an-ı Kerîm'de bu olay şöyle anlatılmıştır: "Kulu (Muhammed)'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya ayetlerini göstermek için götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki O, Semî'dir, Basir'dir" (el-İsrâ, 17/1). Ayet-i Kerimenin ifadesine göre isrâ hadisesi ruhanî bir hadise değildir. ...(1).
  
  ***
  
Bazı tefsirciler isrâ ve mi'rac hadisesini fiziki örneklerle, aklın anlayışına yaklaştırmaya çalışmışlardır. Fakat doğrudan doğruya ilahî bir ayet olan İsrâ'nın aklîleştirilmesi mümkün değildir. Tabiî bir tasavvur emsâl ile tasavvur demektir. Halbuki benzeri görülmemiş bir olayı benzeri ile tasavvura kalkışmak tezat olur. O ancak müşahede ve haber ile bilinir (Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili.). ..... İsrâ hadisesinin, önemli bir diğer boyutu da, bu olaydan sonra Kudüs ve Mescidi Aksa'nın İslâm ümmetinin gözündeki öneminin daha da artmış olmasıdır.
 (1).    
  
    *** *** *** ***

    * 1- Kulunu bir gece Mescidi Haramdan çevresini bereketli kıldığımız Mescidi Aksa'ya ayetlerimizden bazılarını göstermek için götüren (Allah, her türlü eksikliklerden) münezzehtir. Şüphesiz o işitendir, görendir.
    
İsra kelimesi sonu "Ya" harfi olan "Sera" kelimesinden türetildiği kabul edilirse "gece yürütmek" manasınadır. Eğer sonu 'vav'li olan "Serv" kelimesinden türetildiği kabul edilirse 'yükseltmek' manasına gelir.
    Allah (c.c.) kulu ve Rasulüne bazı ayetlerini göstermek ve Onu teselli etmek için bir gece Mescidi Haram'dan, Mescid-i Aksâ'ya götürür. Bu bölümüne İsra denir. Mescid-i Aksâ'dan yedi kat semaya ve daha ötelere götürülmesine de Miraç denir. İsra ayetle sabittir. İnkar eden kafir olur.
    Yirmi yedi sahabenin ayrı ayrı rivayet ettiği İsra Mirac hadisinin özeti şöyle:
    Bir gece Efendimiz Mescidi Haramda iken Cebrail gelir, Efendimizin göğsünü yarar, kalbini çıkarır, kalbi zemzemle yıkadıktan sonra, iman ve hikmetle doldurur, eski haline kor. Bir Burak getirir, onunla Beytül Makdis'e götürür. Orada bütün peygamberlere namaz kıldırır. Sonra göğe çıkarılır. Birinci kat semada Adem (a.s.)'la selam ve merhabalaşır. İkinci kat semada Yahya ve İsa (a.s)larla selam ve merhabalaşır.
    Üçüncü kat semada Yusuf (a.s.) Dördüncü kat semada İdris (a.s.). Beşinci kat semada Harun (a.s.). Altıncı kat semada Musa (a.s.).
    Yedinci kat semada İbrahim (a.s.)'la karşılaşır, selamlaşır ve mer­habalaşır.
    Oradan Sidre-i Müntehaya götürülür. Orada zahiri ve batini ırmaklar görür. Oradan Beyti Ma'mura geçer ve daima ibadet eden melekleri gö­rür. Elli vakit namaz farz edilir. Hz. Musa ile istişare sonunda Rabbinin huzuruna yükselir ve isteği üzerine Deş vakit namaza iner. En-Necm suresinde de değinilen bu İsra ve Miraç olayı konusunda yirmiyedi sahabenin rivayeti olduğunu Celalettin Suyuti "Kıtaf-ül-Ezhar-il-Mütenasira fi-1-Ahbar-il Mütevatira" isimli eserinde İsra ve Miraç hadisinin Mütevatir hadislerden olduğunu haber verir.(4) ..

    *  İsra ve Miraç Olayını Rivayet Eden Hadis Kitapları :
    * Doldurulmuş bir akü arabayı hareket ettiriyor. Aküye doldurulan enerjiyi biz görmüyoruz, ama yaptığı iş nedeniyle inanıyoruz.
    Binlerce ton suyun buhar olup gökyüzüne yükseldiği , ülkelerden ül­kelere rüzgar atıyla geçtiğini ve takdir edilen yere yağdığını görüyoruz. İçine gaz doldurulan balonun havada uçtuğunu, içi hava dolu varilin de­niz üzerinde yüzdüğünü biliyoruz. Kalbi iman ve hikmetle dolu Allah Rasulü Rabbinin istemesi üzerine yaptığı bu İsra ve Miraç'm gerçekten meydana geldiğine yürekden inanıyoruz
    *   O Allah (c.c.) bize bizden daha yakın iken kulunu ve Rasulünü taltif etmek için İsra ve Miracı gerçekleştirmiştir.
    Ayette "Abdihi" kelimesiyle efendimizin bu İsra ve Miracı ruhu ve cesediyle yaptığına işaret eder.
    "Ruhuyla çıkmıştır" diyenler olmuş ama ayetin işaret ettiği mana ruh ve bedenle gittiğidir ve ulemamızın çoğunluğu bu görüşdedir. Ayette ifade edildiği gibi Rabbinin ayetlerini görecektir. Bu görüşe gönül gözü ile başındaki gözde katılırsa ikram tam olur. Rüyada tatlı yiyenle, uyanıkken yiyen aynı tadı almaz ve rüyadakinin karnı doymaz
    * Günümüzde batıya olan imanı Kur'anın önüne geçen bir kısım müs­teşrik tipi bilginlerimiz "rüyada olmuştur" diyerek batının ayıplamasına karşı kendini savunma tarafına gider ama İstanbul'da bir Özel lisede öğretmenlik yapan İtalyan papaza öğrenciler sorarlar: "Muhammed göğe çıkmış, sen inanılmışın?" denildiğinde, "Bizim gibi insanlar aya çıkıyor. Allah'ın rasulü daha ötelere niçin çıkmasın?" diye cevap verir. Bizimkiler papazada yaranamazlar. Hayatında hiç kuş görmemiş bir adama kuşu tarif etseniz ve havada uçar deseniz, bizim bu Miracı inkar edenler gibi direnecektir. Mülk su­resinde "O kuşları havada tutan Rahmandır" diyor.
    Ten topraktan geldiğinden yer çekimine tabiidir. Can Allah'dan gel­diğinden O'nun çekimine tabiidir. Tenin etkisinden kurtulan can, buhar­laşan su gibi, Rabbin koyduğu mucize veya keramet kanunları içinde yüzer durur. (4) ..
    * 

     **** **** ***** **** ***
      Kozmik Zaman Birimi ve Mi'rac
    *  Peygamberimizin (asm) gecenin bir anında Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ'ya, oradan da göklere seyahat ettirilmesi, mu’cizesi bast-ı zaman hakikatiyle de ilgilidir
    * Bast-ı zaman; zaman içinde zamanı yaşamak, diğer bir ifadeyle kısa zamanda pekçok işleri yapmak veya birçok yere gitmektir. Yâni, zamanın genişlemesi, kısa bir zaman dilimine pekçok olayın sığdırılması veya bir dakikanın saatler, hattâ günler, seneler kadar sürmüş gibi yaşanmasıdır.
    * Duyu ve temel duygularımızla kavrayamadığımız bu olgu, acaba nasıl mümkün olabilir? Zamanın akış hızı, kâinatın çeşitli yerlerinde, çeşitli varlıklar arasında farklıdır. Hızlı film, yavaş film gibi. Atomdan galaksilere, mıknatıstan kristallere kadar her şeyde, farklı zaman birimleri çekme/itme gücü kanunu geçerli. Meselâ Jüpiter, 10 saat kendi; 12 yılda dünya etrafında döner. Yâni, onun bir yılı, dünya hesabıyla 4380 gün; Satürn’ün bir yılı, yine dünya hesabıyla 30 yıldır. Veya aynı zaman zarfında karıncanın, kaplumbağanın ve tazının aldığı yol, kat’ettiği mesafe gibi. Kaplumbağa için zaman dar iken, tazı için oldukça genişlemiş; az zamanda pekçok mesafe kat’etmiştir. 
    * Zaman genişlemesi meselesine kozmik değerler açısından yaklaşabiliriz. Şöyle ki: Kozmik ışınların ömürleri fizik ve matematik değerler olarak tesbit edilir. Saniyelik ömrü olan varlıkların yanında, ömrü saniyenin bir milyar kere milyarda biri kadar kısa olanlar da vardır. (Bizim bakışımızla ömrü kısa ama, onun için uzundur. Çünkü, o zaman zarfında o, gezegenler arası birçok gezintiler yapmış, pek çok film karesi sahnelenmiştir.)
    * Işığın hızı saniyede 300 bin kilometredir. Biz bir saniyede “Hey, hey!” diyene kadar o, ekvator güzergâhını takip ederek dünyayı yedi sefer dolaşır. Eğer onu şuurlu farz ederseniz, farkına vararak kısa bir zaman içerisinde pek çok manzaralar görmüş, olaylar yaşamış ve uzun bir ömür geçirmiş olur. (İnsan da, Nur ismine yapışarak, kendi sür’atini ışık seviyesine çıkarabilir.)
    * Atom çekirdeklerindeki nötron ve anti-nötron denen, elektrondan daha küçük olan iki madde çekirdek içerisinde bâzen var, bâzen yok olabiliyor; kâinatın başka boyutuna intikal ediyor. Maddeden çıkıp kayboluyor ve tekrar maddeye dönebiliyor. İşte böyle maddenin sınırına giren ve onu aşan, tekrar geriye dönen varlıklar tesbit edilmiştir.
    * Yine astronominin tesbitlerine göre, Takyon denilen bir takım titreşimler, bu rakamın üç dört katını aşıyor. Bu sınır aşıldığında da, maddeden çıkıp madde ötesine geçiliyor. Şu halde, bâzı titreşim ve ışınlar, zaman ve mekânı aşıyor. Buna da mânâ, fizikötesi denir. İnsan; en, boy, zaman, mekân gibi dört boyutu aşıp beşinci boyuta (manyetik eylem boyutuna) geçebilse zamana tabi olmadığını kendisi de görecektir. Çünkü, rûhu, cismine/bedenine üstün gelen evliyanın işleri, fiilleri, rûhun hızı ölçüsüyle cereyan eder.

    * Gözle görülmeyen mikroskobik bir hayvanın öyle keskin duyguları var ki, arkadaşının sesini işitir, rızkını görür. Şu hal gösteriyor ki, maddenin küçülüp inceleşmesi oranında hayat eseri, özellikleri artıyor, ruhun nuru şiddetleniyor. Güyâ madde inceleştikçe, bizim maddiyâtımızdan uzaklaştıkça, ruh âlemine, hayat âlemine, şuur âlemine yaklaşıyor gibi, ruhun gücü, hayatın nuru daha şiddetli yansıyor.
    * Işık, saniyede 300 bin kilometre, ses 340 metre yol alır. Otomobil saatte 200, uçak ortalama 2000 kilometre kat’eder. Eğer insan da, bedenini değil, rûh/duygularını riyâzet, zikir, tefekkürle geliştirirse; rûh süratinde hareket edebilir. Çünkü, rûh zamanla kayıtlı değildir. İşte bu bast-ı zaman, zamanın bu prensipler çerçevesinde genişlemesidir.
    *
Ali FERŞADOĞLU / Yeni Asya Gazetesi  * *
   *
    *** *** *** *** *** **
   *
   *  Evet, Resûl-i Ekrem (asm) Burak denilen bir bineğe binerek, Mekke’den Kudüs’e seyahat etmiştir. Bu seyahat belki de birkaç dakika içinde gerçekleşmiştir. Zira tüm Miraç hadisesinin ‘yatak soğuma’ zamanı kadar sürdüğü düşünülürse, miracın ilk seferine ancak birkaç dakika düşer.
    Peki buradaki ‘Burak’ nasıl bir binektir? Bu bineğin mahiyetini bilmiyoruz. Fakat burada ışık hızına dair önemli bir işaret var. Zira bineğin tanımı yapılırken ‘beyaz bir binit’ tabiri kullanılıyor. Beyazlık ışık hızına işarettir. Zira ışık beyazdır. Zaten ‘Burak’ tabiri de Arapça gramerinde ‘Berk’ kökünden gelmektedir. Berk ise şimşek demektir. Şimşek ise ışık ve ışık hızının semadaki göstergesidir. Zaten Bediüzzaman Hazretleri de “burak-ı tevfîk-ı İlâhîye biner, berk gibi, bütün daire-i mümkinâtı kat edip” ifadesiyle mezkur hakikate işaret eder. 
    İşte Resûl-i Ekrem’in (asm) Mekke’den Kudüs’e seyahati, ışık hızı şartlarında, belki bir miktar altında olmuştur. ‘Beyaz binit’ tâbiri bir ölçüde ışık hızını tanımlar. Gözünün gördüğü yere adımını atması da ışığın görünme mesafesine işaret ediyor olabilir.
   *  MAKALE :   HALİL AKGÜNLER
   *

  
* *** *** *** *** *** ***
  
  
Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksà'ya
    Nasıl götürülür?.. Eski insanlar kitaplarda çok uzun sözler söylemişler, ben tebessümle okuyorum. Bugünün insanları kardeşlerimin hiç tereddüt ettiğini zannetmiyorum. Hiç tereddüt etmezler. Yâni Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin kudretinin karşısında bir şey mi bu?.. Allah-u Teàlâ Hazretleri kulunu alıp Mekke-i Mükerreme'den Kuds-ü Şerif'e getirmekten aciz mi?..
    Şimdi televizyonda uzay yolu filân diye filmler oluyor. Işınlıyorlar, ordan o tarafa gidiyor şahıs. Herkesin de aklı yatıyor bu işe... Yâni, "Bu nasıl ışınlanıyor da, bu cisim öbür tarafa nasıl gidiyor?" demiyor artık liseli gençler. Hepsi bunu normal karşılıyor.
    Onun için, bu işin nasıl olduğuna dair uzun boylu, akla göre söz söylemeye lüzum yok... Aziz Mahmud-u Hüdâî (KS), zamanının kutbu, demiş ki bir şiirinde:

   Akla kalma er tecellî nûruna,
   Şem'a hâcet kalmaz erdikte sabah...

"Ey kardeşim, sen böyle bazı şeyleri aklınla ölçmeye kalkma, akıl terazisine kalma; çünkü sabah olduğu zaman muma ihtiyaç kalmaz ki! Tecelli nuruna er!"
    O zaman akıl bir mum gibidir, aydınlatıyor karanlıkları. Her tarafı da aydınlatamıyor. Hasta oluyorsun, doktorlara gidiyorsun; o kadar ihtisas dalları var, hastalığını bilemiyorlar insanın, tedavi edemiyorlar. Bir mesele zihnine takılıyor, gidiyorsun, alimlere soruyorsun; çaresini bulamıyorlar. Bir çok esrârı var kâinâtın, çözmek mümkün değil...
    Onun için tecellî nuruna ererse insan, orda her türlü şey olur. Akıl çok kuvvetli bir alet değil, bir alet ama çok kuvvetli değil...

   İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez,
   Zîrâ o terâzi bu kadar sıkleti çekmez.

    Yüksek meseleler bu terazide tartılamaz. Bu terazinin bir kapasitesi var. Çok uzun boylu şeyler bunun üstünde tartılamaz. Bakkal terazisinin kapasitesi 25 kilo kadardır. Ona getirip birbuçuk tonluk bir şeyi koyacak olursan, terazi devrilir. Devrilmezse, ezilir, yamyassı olur. Terâzinin bir tâkati var. Akıl da öyle...
    Eğer insan nûr-u tecellîye ererse, Allah-u Teàlâ Hazretleri o zaman gösterir, anlatır, anlar.
    Bir gecede Mescid-i Haram'dan, bizim Kâbe dediğimiz mübarek binanın bulunduğu yerden, bugün bizim Kudüs dediğimiz, Mescid-i Aksâ'nın bulunduğu şehre, Allah-u Teàlâ Hazretleri Peygamber Efendimiz'i götürdü.
    --Rüya ile götürmüştür, rüyasında görmüştür...
    Rüyasında olsa, o kadar öğünülecek bir şey yok ki; herkes rüya görür, neler görür, nereleri gezer. Rüya ile değil... Ayet-i kerime'de buyruluyor ki:
    (Mâ zâğal-basaru vemâ tağà) "Göz kaymadı ve edepsizlik etmedi." Demek ki, gözle görülecek hadiseler cereyan etmiş. Basîretle değil de basarla olan hadiseler cereyan etmiş. Hocanın yatsı namazının ilk rekâtında okuduğu ayet-i kerime İsrâ Sûresi'nin ilk ayetidir. Peygamber Efendimiz'in böyle bir gecede Beytullah'tan Kuds-ü Şerife gittiğini ayet-i kerime isbat ediyor, ifade ediyor. Hiçbir mü'min kimsenin tereddüdü kalmayacak şekilde açıkça beyan eylemiş.
    Buyurmuş ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri Peygamberimizin bu seyahati hakkında, bismillâhir-rahmânir-rahîm:
    (Sübhànellezî esrâ biabdihî leylen minel-mescidil-harâmi ilel-mescidil-aksallezî bâreknâ havlehû linüriyehû min âyâtinâ, innehû hüves-semîul-basîr.) Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin her türlü noksandan münezzeh olduğunu, her türlü kemal sıfatı ile muttasıf olduğunu; bir şeyi oldurmak istediği zaman, (Kün) "Ol!" dediğini ve o şeyin olduğunu belirtmek için, "Sübhânellezî" diye başlıyor. "Şânı her türlü noksandan münezzehtir o zât-ı celîlin, o Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin..." diye, her türlü noksandan onu tenzih eden sübhan sözüyle başlıyor ayet-i kerime...
    Yapar mı?.. Her şeye gücü yeter, ne dilerse öyle yapar. Ölüden diri çıkartır, diriden ölü çıkartır.

 Ol dedi bir kerre var oldu cihân,
 Olma derse, mahvolur ol dem hemân.

     Kâinat nasıl oldu?.. Ol dedi, oldu; oldurmuş... "Olma!" derse, "Yok ol!" derse, bir anda mahvolur. Her şeye kàdir... Yâni bizim zâten nasıl oluyor da, gökyüzünde bu kadar dolaşıp duran yıldızların ortasında, bu vakte kadar sağ salim kalabilmiş olduğumuza şaşmak lâzım!.. Bu mahzâ Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin kudretinin isbatıdır. İnsanın elini kalbine koyup "İnandım sana yâ Rabbi!" demesi için bir sebeptir.
    Şu gökyüzünde gördüğünüz yıldızların hepsi dolaşıp duruyor. Birbirlerine çarpmazlar mı, küçücük dünyayı ezip geçmezler mi?.. Bu dünyayı yutmazlar mı, bu dünyayı yakmazlar mı?.. Dünyanın yanında Güneş'in büyüklüğü; Güneş kocaman bir büyük küre, dünya onun yanında toplu iğne başı kadar... Bu kadar azamet karşısında, bu kadar dolaşan varlıkların arasında bir çarpışma olmadan bu dünyamızın böyle durması zâten bir hârikulâde hadise...
    Allah-u Teàlâ Hazretleri her türlü noksandan münezzehtir. Bu kâinatın sahibidir. Bu esrarı koyan zât-ı celildir. Ne dilerse öyle yapar. Hem her şeyi bilir, her şeyi istediği şekilde tanzim eder.
    Kulunu bir gecede götürdü. Esrâ - yüsrî - isrâen; geceleyin seyahat etmek demek. Araplar geceleyin seyahat ederler. Acaba neden?.. Gündüz 60 derece sıcağın altında gidilmez ki! çatır çatır sıcak, kum var, güneş var, su yok, gölge yok... Ne yaparlar?.. Geceleyin çıktı mı,
    Arap geceyi çok sever. Onun için "Arabın yâ leyl'i" derler ya... "Ey gece!" diye onlar geceye medhiyeler yazmışlar, ilâhiler okumuşlar, şiirler yazmışlar.
    Geceleyin seyahat ederler, gece seyahati çok bilinen bir şeydir. Bu gece seyahat etmeye esrâ derler. (Esrâ biabdihî) "Kulunu geceleyin götürdü." demek. "Bir gecede, geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin şânı her türlü noksandan münezzehtir." (2).
  
 * * * *

 

MEKKE ve KUDUS
MEKKE ve KUDÜS HARİTASI
* ( Bu iki yer arasındaki uzaklık mesafesi : Yaklaşık 1235 Km'dir. )

 
   * Akdeniz’e 62 km ve Lut Denizi'ne 38 km mesafede bulunan Kudüs, dağlık ve yüksek bir bölgede yerleşmiştir. Eski Kent olarak anılan asıl Kudüs, kenarları yaklaşık 1 km uzunluğundaki kare biçiminde surlarla çevrilidir. İkisi kapalı olmak üzere yedi kapısı ve üç büyük caddesi vardır. Kuzey doğudaki bölüm Müslüman, kuzey batıdaki bölüm Hıristiyan, güney doğudaki bölüm Yahudi ve güney batıdaki bölüm Ermeni mahallesi durumundadır.
 
   *

    ****  **** **** ****
   *
  * Gecenin bir bölümünde Mekke-i Mükerreme'deki Mescid-i Haram'dan, Beytü'l-Makdis'teki Mescid-i Aksa'ya kulu getiren Yüce Allah'ı her türlü kötülükten tenzih ederim. Her türlü acizlik ve eksiklik sıfatından ve müşrik­lerin ileri sürdüğü ortağının yahut evladının .bulunmasından da, tam anlamıyla uzak olduğunu belirtir, Onun üstün ve eksiksiz kudrete sahip olduğunu ifade ederim. O mümkün görülmeyen her türlü şeyi gerçekleştirmeye Kadir olandır. Dolayısıyla kısa bir zaman süresi içerisinde peygamberinin şere­fini yükseltmek, kadrini yüceltmek, şanını üstün kılmak kasdıyla, o uzak mesafede kulunu -bu çağlar boyunca ona daimi bir mucize olsun diye- isra ettirmesinde garip görülecek bir taraf yoktur.

       "Kulunu" buyruğundan kasıt, müfessirlerin icmâı ile Muhammed (a.s.)'dir. "Geceleyin" lafzının nekire olarak gelmesi ise, süresinin kısalığını anlatmak ve İsrâ'nm gecenin bir bölümünde olduğunu göstermek içindir. Çünkü bu şekilde nekire, "bir bölüm" anlamını ifade eder. Mekke ile Şam (Suriye toprakları) arasındaki uzaklık ise, eski taşıma araçlarına göre kırk günlük bir süredir. İsra hicretten -Mukatil'in de belirttiği gibi-  bir sene önce gerçekleşmişti, el-Harbî ise hicretten bir sene önce Rabiulâhir ayının 17. gecesinde İsrânın gerçekleştiğini kaydetmiştir. İbni Sa'd da Tabakat'mda İsrâ'nm hicretten 18 ay önce gerçekleştiğini rivayet etmektedir.
       Hz. Peygamberin İsrâ'ya götürüldüğü yere gelince: Bu da bizatihi Mescid-i Haram'ın kendisidir. Nitekim Kur'ân lafzının zahiri de buna delâlet etmekte­dir. Hz. Peygamberden: "Ben Beyt-i Haramın yanında Hicr'de Mescid-i Haram'da uyku ile uyanıklık arasında iken Cebrail Burak ile geldi." şeklindeki rivayet de bunu göstermektedir. Çoğunluk ise der ki: Mescid-i Haram'dan kasıt harem bölgesidir. Çünkü Harem bölgesi Mescid-i Haram'ı kuşatır ve Haremin her tarafı da mescittir. Nitekim İbni Abbas böyle demiştir. Hz. Peygamber İsra'ya Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani'nin evinden miladi 621 yılında götürülmüştür.
    Mescid-i Aksa da ittifakla Beytü'l-Makdis'tir. Ona aksa (en uzak) adının veriliş sebebi bu mescit ile Mescid-i Haram arasındaki mesafenin uzaklığıdır. O zamanlarda Mekkeliler için yeryüzünde ziyaretle tazim olunan en uzak mescit o idi. Müslümanların çoğunluğu da Rasulullah (a.s.)'m beden ve ruhu ile birlikte israsının gerçekleştiğini ittifakla kabul etmektedirler. Zayıf bir görüşe göre ise İsra, Hz. Peygamberin yalnızca ruhuyla olmuştur. Bu görüş Huzeyfe, Aişe ve Muaviye'den nakledilmektedir. Daha sahih olan ise birinci görüştür. Çünkü Yüce Allah'ın "kulunu" buyruğundaki "kul" kelimesi, hem ruhun hem bedenin birlikte adıdır. O halde İsrânın, hem ruhunun hem bedeninin birlikte oluşu ile gerçekleşmiş olması gerekir. Çünkü Enes b. Malik'ten rivayet edilen haber -ki bu da Mi'rac ve İsra'ya dair sair kitaplarında rivayet edilen meşhur hadistir- Mekke'den Beytü'l-Makdis'e gidişe, oradan da göklere yükselmeye işaret eder .

    *  Kısacası buradaki ayet kesin olarak İsrânın olduğuna delâlet etmektedir. Mi'râc ise Hz. Peygamberin Beytü'l-Makdis'e varmasından sonra göklere, oradan da meleklerin kalem cızırtılarını işiteceği bir seviyeye kadar çıkmaya denilir.  Yüce Allah Mescid-i Aksa'yı etrafı mübarek kılınmış olmakla vasfetmekte-dir. Bereket ise din ve dünyanın bereketini kapsamına almaktadır. Din bereketi ile mübarek kılınması, peygamberlerin bulunduğu yer olmasıdır. Dünyevi bereketlerden kastedilen ise, çevresinde dünyevi hayır ve mahsullerle kuşatılmasıdır. Çünkü orada akarsular, ağaçlar ve meyveler bulunmaktadır ki bunlar da çeşitli maişet ve gıdaların bol bol bulunmasına sebeptir. İsra'dan gözetilen hedef, Yüce Allah'ın kuluna büyük ayetlerini; varlığına, birliğine, kudretinin azametine dair muazzam delilleri göstermektedir.
    * Bütün bunlarda hayret edecek bir şey yoktur. Çünkü şanı Yüce Allah her sözü işiten Semî'dir, herkesi gören Basîr'dir. O işleri yerli yerine ve hikmete uygun olarak yapar. Hak ve adaletin gereğine göre gerçekleştirir. İşte müşriklerin sözlerini işitmesi, onların İsra olayına dair açıklamalarını, böyle bir olayın meydana gelmesini uzak bir ihtimal olarak görmelerini, Mekke'den Kudüs'e İsra'sını bahane ederek peygamber ile alay etmelerini işitir ve bu müşriklerin yaptıklarını, Allah'ın peygamberine ve risaletine karşı tuzaklarını da görürdü.   "Musa'ya da kitabı verdik..." Yüce Allah İsmail'in soyundan gelen Muhammed (a.s.)'e ikramını yapmasını söz konusu ettikten sonra, bu ayet-i kerimede de Muhammed (a.s.)'den önce Hz. Musa'ya, vermiş olduğu kitap olan Tevrat ile ikramda bulunduğunu söz konusu etmektedir. Yüce Allah o kitabı bir hidayet rehberi ve hidayetin ta kendisi kılmıştı. İsrailoğulları'na bu kitabı bilgisizliğin karanlıklarından ilmin aydınlığına çıkmaları için vermişti. "Beni bırakıp başkalarını vekil edinmeyiniz." Yani işlerinizi kendisine havale edeceğiniz Allah'tan başka bir vekil edinmeyiniz. "Vekil" kelimelerinin anlamı ise işlerini kendisine havale edip tevekkül edeceğiniz bir Rab demektir.  (3).
  
*
   
*
   **** **** ****

        MİR'AC NEDİR?
    Arapça'da merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını dile getirir. İslam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göğe yükselerek Allah'ın huzuruna kabul edilmesi olayı [ Bu itibarla Miraç, Resul-ü Ekrem Efendimizin (asm) yeryüzünden ulvi makamlara yükselme vasıtası demek oluyor. Miracı anlatan Hadis-i Şeriflerde Peygamber Efendimiz'in (SAS) (yükseğe çıkarıldım) tabiri sebebiyle bu mucize “Miraç” adıyla anılmıştır].  Mirac olayı hicretten bir yıl ya da onyedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşir. Olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında isra adını alır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı Kur'an'da anılmaz, ama çok sayıdaki hadis ayrıntılı biçimde anlatılır.
      
Hadislerde verilen bilgiye göre Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe'de Hatim'de ya da amcasının kızı Ümmühani binti Ebi Talib'in evinde yatarken Cebrail gelip göğsünü yardı, kalbini Zemzem ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu. Burak adlı bineğe bindirilerek Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer bazı peygamberler tarafından karşılandı. Hz. Peygamber (s.a.s) imam olarak diğer peygamberlere namaz kıldırdı.
  
Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve yanında Cebrail olduğu halde göğe yükselmeye başladı. Göğün birinci katında Hz. Adem, ikinci katında Hz. İsa ve Yahya, üçüncü katında Hz. Yusuf, dördüncü katında Hz. İdris, beşinci katında Hz. Harun, altıncı katında Hz. Musa ve yedinci katında Hz. İbrahim ile görüştü. Cebrail ile birlikte yükseliş Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürdü. Cebrail, "Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım" diyerek Sidretü'l Münteha'da kaldı. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan itibaren Refref adlı başka bir binekle yükselişini sürdürdü. Bu yükseliş sırasında Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabını müşahede etti. Sonunda Allah'ın huzuruna kabul edildi. Kendisine ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların Cennet'e gireceği müjdelendi, Bakara suresinin son ayetleri verildi ve beş vakit namaz farı kılındı. Yeniden Refref ile Sidretü'l-Münteha'ya, oradan Burak'la Kudüs'e, oradan da Mekke'ye döndürüldü.
    
Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayını anlattı. Olayı duyan müşrikler yoğun bir kampanya başlatarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i suçlamaya, alaya almaya başladılar. Bu kampanya bazı müslümanları da etkileyerek şüpheye düşürdü. Olayın gerçek olup olmadığını araştırmak isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana ilişkin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sınadılar. Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdiği bilgilerin doğruluğu müslümanları şüpheden kurtardıysa da müşriklerin inatlarını kırmaya yetmedi. Mirac olayı inatlarını ve düşmanlıklarını artırarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karşısındaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)'ce "Sıddîk" lakabıyla onurlandırıldı. Hz. Ebu Bekir olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyeceğini soran müşriklere "O söylüyorsa şüphesiz doğrudur" cevabını vermişti.
  
 Ahad hadislere dayansa da Mirac olayının gerçekliğinde tüm müslümanlar birleşmişlerdir. Ancak olayın gerçekleşme biçimi İslam bilginleri arasında görüş ayrılıklarına neden olmuştur. Buna göre İbn Abbas'ın da içinde bulunduğu bazı bilginlere göre Mirac olayı uykuda gerçekleşmiştir. Bilginlerin büyük çoğunluğuna göre ise uyku durumunda ve rüyada değil, uyanık iken gerçekleşmiştir. Fakat bu görüşü savunanlar da Mirac'ın yalnız ruhla mı, yoksa hem ruh, hem de bedenle mi olduğu konusunda ikiye ayrılmışlardır. Sonraki Kelamcıların büyük çoğunluğuna göre mirac olayı uyanıkken hem ruh, hem de bedenle gerçekleşmiştir. İçlerinde Hz. Aişe'nin de bulunduğu bazı bilginlerle mutasavvıfların büyük çoğunluğuna göre ise uyanık durumda iken ama yalnız ruhla gerçekleşmiştir.
    
Mirac olayının gerçekleştiği gece müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası gelenekleşmiştir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti
(1).
    *

    *** ** *** *** *** ***
    * Mi'rac Olayı Rüya Olabilir mi?

 
 * İsrâ sûresindeki âyet-i kerimenin meâl-i şerifi, (Kulumu gece Mescid-i haramdan Mescid-i Aksâya götürdüm)dür. Kul, insana denir. Ruha veya insanın bir hâline kul denmez. Buhârîdeki uzun hadis-i şerifte ve Ehl-i sünnet âlimlerinin tefsîrlerinde ve bütün kitaplarda, Resûlullahın Kudüste, Mescid-i Aksâya gittim, gördüm buyurduğu bildirilmektedir. O zaman, Mescid-i Aksâ Kudüste vardı. Çok önce, Süleymân aleyhisselâm yaptırmıştı. Sonra, Îrânlıların ve Yunanlıların eline geçmişti. Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra Romalıların eline geçti. Birkaç kere yıkıldı, yapıldı. Son olarak, Hazreti Ömer tâmir ettirdi. Filistin, Arabistâna komşu bir yerdir. Başka memleketlerden daha yakın olduğu için, (en yakın yer) buyuruldu. Mescid-i Aksâ o zaman yeryüzünde bulunan mescidler arasında, Mekkeye en uzak olanı idi. Bunun için, (en uzak mescid) buyuruldu. En yakın yerde en uzak mescid niçin bulunamazmış? Müslümanlar, hicretten onaltı ay sonraya kadar, Mescid-i Aksâ'ya  karşı namaz kıldı. O zaman, Kudüste mescid yok olsaydı, oraya karşı namaz kılmak emrolunur mu idi? Resûlullah da, Kudüste Mescid-i Aksâ'da namaz kıldım der mi idi? Hamîdullahın aklı, düşüncesi ve fen anlayışı, Resûlullahın mübârek bedeni ile Kudüse ve göklere götürüldüğünü kavrıyamadığı için, buna inanamıyor. Mîracın bir hâl olduğunu anlatmak istiyor. Bunun için de Kur'an-ı kerimi yanlış tefsîr ediyor. Düşüncesini kaçamak yollarla isbâta kalkışıyor. Mîraç bir hâl olsaydı, işitenlerden kimse karşı koymazdı. Kâfirler de, buna karşı bir şey demezlerdi. (Beden ile gittim) buyurduğu için inanmıyanlar çok oldu. Resûlullahın Mekkeden Kudüse götürüldüğüne inanmıyanın kâfir olduğu sözbirliği ile bildirilmektedir. Göklere götürüldüğüne inanmıyan ise, bid'at ehli, sapık olur.
   *

   
* * Mutezile fırkası ile onun yolunda olan bazı bid'at ehli, Peygamber efendimizin bir anda, Cenneti, Cehennemi ve daha birçok yerleri gezip gelmesine akıl erdirememiş, inkâr etmiştir. Bir kısım akılsızlar da, hâşâ, “Miracı kabul etmek, Allah’a mekan ittihaz etmek olur” diyerek Miracı inkâr ediyor. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselam ile Tur dağında konuşmuştur. Tur dağı Allah’ın mekanı mıdır? Elbette değildir. Cennete giren müminler de Allahü teâlâyı görecektir. Cennet de Allahü teâlânın mekanı değildir. Allahü teâlâ mekandan münezzehtir.
   
Kavl-ül-fasl kitabında deniyor ki:
   İsra suresinin ilk âyetinde, Allahü teâlâ, kudret ve azametinden nice acayip işlerden bazılarını göstermek için, Muhammed aleyhisselamı, Mekke'den Kudüs'e götürdüğünü bildiriyor. İsra kelimesi, rüya için kullanılmaz. Uyanık iken, gece yürümek manasına kullanılır. (Sana [Miracda] gösterdiğimiz temaşayı insanlar için bir fitne kıldık) âyetindeki fitne, imtihan demektir. İmtihan ise uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya olsaydı, hiç kimse tuhaf karşılamazdı. Hazret-i Ebu Bekir tasdik edip, yüksek derecelere kavuşmazdı. Resulullahın, Mekke'den Kudüs'e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan sapık olur.
   
* Birkaç saniyede Mekke'den Kudüs'e götüren Allahü teâlâ, neden daha uzaklara götüremesin? Allah’ın kudretinden ancak kâfirler şüphe eder.
    
*  
    
*   Bakınız :   Allah Mekandan Münezzehtir,
  
 *
  

       ****  **** **** ****  **** **** ****  ****
         MEHAZLAR :
   * (1). Şamil İslam Ansiklopedisi
   * (2). MİR'AC  - Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN
   * (3). Tefsir'ül Münir - Vehbe Zuhayli
   * (4).  Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri- Mahmut TOPTAŞ
   * (5).  Fâideli Bilgiler. - İhlas A.Ş. Yay.
   * (**).  Yeni Şafak .
29 Ağustos 2005  - İsrâ ve Miraç Olayı , Vecdi AKYÜZ
   * (*).  İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri - Celal Yıldırım
   * BKZ..  Tam İlmihâl-Se'âdet-i Ebediyye  - M. Sıddık GÜMÜŞ
   * BKZ..  Risale-i Nur Külliyatı - B. Said NURSİ
   * BKZ..  Sonsuz Mucize Kuran. - Prof. Dr. İsmail KARAÇAM
   * BKZ.. Ellibin Yıllık Bir Gün - Prof. Dr. Beyza BİLGİN
   * BKZ..  Mir'ac ve Hamidullah - Dr. Zeki ÇIKMAN
   * BKZ..  Uzay AyetleriTefsiri. - Dr. Celal YENİÇERİ
   * BKZ.. Yeni Rehber Ansiklopedisi
   * BKZ :
Mübarek Aylar Günler Ve Geceler - Osman KARABULUT 
   *
BKZ : Ruhu’l-Beyan Tefsiri - İsmail Hakkı BURSEVİ
   
* BKZ : Mearicun Nubüvve , Altıparmak Mehmed b. Mehmed Üskûbî
  
* BKZ : Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi
   *
BKZ : Allah ve Kainat - Muhammed Cemaleddin FENDİ
   *

   *
    * BU SAYFA  ABDÜLHAKÎM ALTUNTOP  TARAFINDAN HAZIRLANMIŞDIR.

    ****
    ****

*** ALTUNTOP.NET -- Abdülhakim ALTUNTOP

TelePhone & WhatsApp :

+90 535 390 1972

E-Mail :

altuntopnet@gmail.com

Adress :

BUCA / İZMİR