Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLAM ve BİLİM

KÂİNATIN YARADILIŞI

     *  Pozitif ilim metodu ile incelenmesi mümkün olmayan konulardan birisi de kâinatın yaradılışı meselesidir. Zira bu konuyu deney metodu ile incelememiz veya yeniden araştırmamız asla mümkün değildir. Bununla birlikte bu konu ilim adamlarının daima merakını çekmiş ve çözülmesi gereken bir problem olarak zihinlerde canlılığını muhafaza etmiştir.
     Hemen hemen bütün astro-fîzik âlimleri tabiat kanunlarından ve bu kanunların neticelerinden elde ettikleri yeni yeni bir takım bilgilerle kâinatın yaradılışı konusunda kendi kanaat ve görüşlerini açıklamışlar ve bir takım farklı ilmî nazariyeler ve teoriler ortaya koymuşlardır. Bunlar arasında Dekart, Kant, Buffon, Laplace, Faye, Bello, George Gamow, Sir James Jeans, Fred Hoyle ve Velyaminov'un nazariye ve hipotezleri en fazla dikkati çeken hipotezler olmuş ve üzerinde önemle durulmuştur. Fakat bu hipotezlerden bazısı daha doğmadan ölmüş bazısı ise canlılığını günümüze kadar koruyabilmiştir.
    Bu nazariye ve hipotezler bir bakıma içtimaî hayat felsefesinin veya sosyal ve ekonomik düzenin ilmî sahadaki tezahürleri olduğundan zaman zaman dinî ve ideolojik sistemlerin müdafaasında da kullanılmış ve belki de bu nazariyelerin hayatiyetini koruyabilmesi büyük ölçüde bu kullanmaya bağlı kalmıştır. Meselâ: Laplace, G. Gamow ve J. Jeans'ın nazariyeleri inananlar tarafından Allah'ın varlığına ve yaratıcılığına delil olarak kullanılırken; Buffon, Hoyle ve Velyaminov'un nazariyeleri ise materyalistler ve inkârcılar tarafından Allah diye bir yaratıcının bulunmadığına delil olarak kullanılmıştır.
    Bugün ilim dünyası kâinatın yaradılışı ile alâkalı iki önemli hipotez üzerinde durmaktadır. Bunlardan birincisi Laplace ve G. Gamow hipotezi diğeri ise Hoyle'un hipotezidir. Birincisi inananlarca ikincisi ise inkârcılar ve materyalistlerce kullanılmaktadır. Bunların dışında ileri sürülen hipotezler ve nazariyeler ilim adamlarınca rağbet görmemiş ve zamanla ölüme terkedilmiştir.
     Kur'ân-ı Kerîm'de de kâinatın yaradılışı konusuna temas edilmiş ve bu konu ile ilgili âyetlerde her çağın anlayışına hitab edecek şekilde bir üslûp kullanılmıştır. Bu nedenle asırlardan beri tilâvet olunan bu âyetlerin mahiyetlerinin anlaşılması kısmen de olsa zamanımızdaki bazı ilmî keşiflerin ve icadların yardımıyla mümkün olabilmiştir. Bu konudaki bazı hipotezler kâinatın yaradılışı ile ilgili âyetlerin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmuştur.  Bu hipotezlerden en önemlisi Laplace ve G. Gamow'un hipotezleridir.
     G. Gamow'un bu hipotezine göre:
    “Önce mekânda gazlardan müteşekkil çok büyük bulutlar vardı. Gaz bulutları sabit durmayıp döndüklerinden cazibe kuvvetinin te'siriyle parçalanmıştır. Parçalanan bölümler de yine cazibenin te'siriyle gitgide tekasüf ederek sıkışmaya başlamış sıkışan ve dönen cisimler belirtildiği gibi küreye yakın şekiller almış kesafetin artmasıyla içteki hararet de artmış bu yüzden merkezde bulunan hidrojen helyuma dönmüş ve ışık ısı neşretmeye başlamıştır. İşte bu bölünen parçalanan gaz; küreleri galaksileri yıldızları ve güneş manzumesini meydana getirmiştir”
    Kur'ân'ı Kerîm ise kâinatın yaratılışını şöyle anlatmaktadır:
   “Kâfirler görmezler mi ki gökler ve yer birbirine bitişik idiler onları biz ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ iman etmezler mi” (Enbiya, 30)
   “O Allah ki yeri ve gökleri altı günde yarattı. Arşı su üzerinde idi. ” (Hud, 7. )
   “Sonra göğe yöneldi. Gök duman halinde idi. ” (Fussilet,  11. )

   Bereketzâde İsmail Hakkı Bey'e göre de gökler yer ve bütün kâinat adına esir veya sedîm  denilen sise benzer bir maddeden yaratılmıştır. O madde tek bir madde iken bölünmüş ve parçalanmış dolayısıyla kendisinden küre şeklinde cisimler meydana gelmiş ve onlardan da diğer küreler oluşmuştur.
   Bu nazariyeyi güçlendiren bazı ilmî hakikatler mevcuttur. Bunlardan biri güneşte yerde bulunan elementlerden 67 tanesinin bulunmasıdır. Yerdeki element sayısı 84'dür. Bu konudaki mevcut güçlükler yenilirse güneşteki yer elementi sayısını inceleyen âlimler bu sayının daha da çoğalacağını görebileceklerdir.
   Bunlardan diğeri ise yerin içindeki hararettir. Yerin merkezine doğru inildiğinde her 33 metrede bir yerin sıcaklığı 1 derece artmaktadır. Yerin merkezine doğru inildikçe sıcaklık daha da artmakta ve yerin merkezinde 100 dereceyi bulmaktadır.
   Fred Hoyle tarafından ileri sürülen materyalist anlayışa göre kâinatın başı ve sonu diye bir şey yoktur. Milyonlarca sene zarfında boşlukta dönmekte olan galaksiler arasından yenileri meydana gelmiştir. Bu teşekkül sonunda madde hidrojen atomlarından var olmuştur. Uçan eski kehkeşanların yerine yenisi gelip yerleşmektedir. Sonsuza kadar bu devridaim sürecektir. Yok olup giden eski galaksilerin yerine yenisi teşekkül edecektir. Yıldızlar arası sahada bulunan maddeler fasılasız yenilenip tekrar teşekkül etmektedir.
   F. Hoyle'un bu materyalist anlayışı G. Gamow'un yaratıcı ve tekâmülcü anlayışı ile reddedilmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi Gamow'a göre kâinatın şimdiki hali devamlı bir tekâmülün eseridir. Gelişmeye devam eden ilk hareket ise birkaç milyar sene önce yekvücut bir halde bulunan maddede yüksek bir basınçla başlamıştır. Gamow bu görüşünü kâinatın içinden alıp laboratuvarlarda tahlil ettiği muhtelif maddelerin muhtemel yaşlarını inceleyerek isbatlamaya çalışır. Meselâ: Thorium ve adi Uranyum'un period denilen yarı hayat devirlerini inceleyerek yaşlarını tahmin etmek pekâlâ mümkündür. Yapılan ilmî incelemeler neticesinde anlaşılmıştır ki bir maddenin kendi aslî miktarının yarısının parçalanması için ihtiyacı olan zaman Throium ve adi Uranyum'da dört buçuk milyar senedir. Bu bilindiğine göre bir maddenin atomlarının şekillenmesi için kaç milyar seneye ihtiyaç olduğunu bulmak zor değildir. U235 ile ifade edilen bir başka cins uranyumun hayat periodu ise 09 milyar senedir. Ve bu duruma gelebilmesi için 7 period devir geçmesi gerekir ki bu aşağı yukarı altı milyar senedir.
    Radyoaktif elemana sahip olan potasyum izotoplarının da birkaç milyar senelik period içinde bozularak azaldığı ilim erbabınca bilinmektedir. İzotopların tesbiti çekirdeklerin şekillenmesi (formasyonu) ile mümkün olur. Kâinatta bir milyar seneden daha az yarı hayat periodlu bir radyoaktif madde bulmak mümkün değildir. Bundan da atomun teşekkülü için ortalama olarak birkaç milyar seneye ihtiyaç olduğu gerçeği ortaya çıkar.
    Kâinatın bir başlangıcı olduğunu ortaya koyan diğer delilleri ise şöyle sıralayabiliriz:
   “Güneşin komşuları olan yıldızlar arasındaki kinetik enerji taksiminin zamanımızda dahi bitmemiş olması bilâkis nihâî hedefinden takriben %2 uzaklıkta olduğunu göstermiştir. Bu teorinin izahlarından yıldızlar sisteminin iki milyar ile beş milyar sene arasında vücûda geldiği mânâsı ortaya çıkmaktadır.
    Güneşin yaşı içinde bulunan hidrojenin transformasyonu (dönüşümü) ile ölçülmektedir. Çekirdek transformasyonu denilen bu işlemde bir hidrojen atomundan 2 x 10 kalori serbest kalmaktadır. Güneş her saniye 5 x 10 atom parçalanmakta ve 800 milyon ton hidrojen yakmaktadır.
   Güneşin hacminin %50'sini hidrojen teşkil eder. Bu hidrojen miktarının bitip tükenmesi için 5 x 10 sene geçmesi gerekir. Bu tahminlere göre güneşin yaşının 3 milyar seneye yaklaşık olduğu sanılmaktadır.
     Evrenin bizzat kendisinin geçirdiği ve geçirmekte olduğu gelişmeleri safha safha devre devre geriye götürerek bir noktaya gelebiliriz. Bu nokta artık başlangıç noktası olur. Hemen ilâve etmek gerekir ki her başlangıcın da bir sonu vardır.
   Yapılan bütün araştırmalar gözlem ve hesaplar bundan aşağı yukarı 45 ile 5 milyar yıl önce ilk kâinat maddesinin çıplak atomlardan oluşan kocaman bir küre halinde olduğunu bu çıplak atomlar arasındaki karşılıklı çekim ile ilk evren maddesinin açılarak evrene yayıldığını göstermektedir. Ancak bu ilk evren maddesinin nasıl meydana geldiği bugün bütün araştırmalara rağmen kesinlikle bilinememektedir.
   Bu açıklama ve izahlardan da anlıyoruz ki kâinat ezelî ve ebedî değildir. Onun bir başlangıcı vardır ve mutlaka bir sonu da olacaktır. İslâm inancına göre Allah eşya ve kâinatı kâinatta hiçbir varlık yok iken yaratmıştır. Kur'ân bu gerçeği bize şöyle anlatmaktadır:
   “Bir şeyi dilediği zaman O'nun buyruğu sadece o şeye “ol” demektir hemen olur”.
      İslâm âlimleri ilk evren maddesinin yoktan var edildiğine yani Allah’ın ilk evren maddesini hiçbir maddeden yaratmadığına  ve sadece ilk evren maddesine “ol” dediğini ve maddenin de olduğuna inanırlar.
   Daha sonra Allah sis ve dumana benzeyen bu ilk kâinat maddesinden kâinatı yaratmıştır. “Kâfirler görmezler mi ki gökler ve yer birbirine bitişik idiler onları biz ayırdık” âyeti bu gerçeği ifâde etmektedir. Ayette geçen “Ratk” kelimesi yaradılıştan bitişik ve kaynaşık anlamındadır. “Fatk” kelimesi ise bitişik iki şeyi ayırmak demektir.  Bu anlama göre âyetin mânâsı “Gökler yani kâinattaki yıldızlar galaksiler ve güneş manzumesi ve dünya ilk defa tek bir madde halinde bitişik ve kaynaşık bir vaziyette idiler. Daha sonra Allah bu bitişik ve kaynaşık ilk kâinat maddesini parçalayarak birbirinden ayırdı” ve “kâinattaki bütün galaksileri yıldızları ve güneş sistemini bu parçalama neticesinde meydana getirdi” demektir. Nitekim büyük Türk müfessiri Elmalı'lı Hamdi Yazır “Hak Dini Kur'an Dili” adlı tefsirinde bu âyeti “Kâinattaki bütün ecrâm yok iken yaratıldılar ve tek bir şey iken çoğaldılar. İbtidâ duman gibi bir madde iken müteaddid ecrâm ve ecsâm oldular” şeklinde yorumlar.
    Sonuç olarak diyebiliriz ki kâinattaki bütün varlıklar yani bütün galaksiler yıldızlar ve güneş sistemleri bu arada dünya adına sedîm denilen “gaz-toz”  karışımı bir maddeden yaratılmış ve ilk maddenin meydana gelişinden şu ana kadar tahminen 45 ile 5 milyar yıllık bir zaman geçmiştir.

     *
        MEHAZ :
   
*  Prof. Dr. Celal KIRCA -  Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri
   
****  **** ****   **** ****   **** ****  **** ****
     
         
*** *** EK BİLGİLER ***
    
**  Birçok konu gibi kâinatın ezeli olup olmadığı hususu da yaklaşık yarım asır öncesine kadar tartışılan bir konuydu. Bazı ilim adamları kâinatın yaratıldığını savunurken, bir kısmı da onun öteden beri var olduğunu yani ezeliliğini iddia ediyordu. Ancak bugün artık yaratılış teorisine karşı çıkan hiçbir ilim adamının mevcut olmadığı ifade edilmektedir. Buna göre kâinatın ezeliliği üzerinde durmanın hiçbir anlamı yoktur. O halde kâinat yaratılmıştır. Başka bir değişle kâinat tarihinde kâinatın olmadığı bir zaman vardı. Meselâ elli milyar yıl önce kâinat yoktu. Onunla birlikte madde, uzay, zaman, enerji ve hacim de söz konusu değildi. Zamansızlığın, boyutsuzluğun hüküm sürdüğü bir anda birdenbire "sıfır" zamanında kâinat yaratılıp zaman ve boyut mefhumları anlam kazanmaya başladı. Kâinatın yaratılmış olduğu hususu Astro-Fizikçiler tarafından tartışmasız kabul edilmekle birlikte bu yaratılışın nasıl gereçekleştiği ve kâinatın oluşumundaki maddenin ne olduğu konusu hala tartışmalıdır.
   
 Şurası muhakkak ki, çağımızdaki bilimsel keşifler geçmiş dönemlere nazaran çok daha ileri boyuttadır. Bu konuda George Gamow, Freud Hoyle, Velyaminov gibi bazı bilginler birbirinden farklı birtakım hipotezler ortaya atmışlardır. Bu hipotezler içerisinde Kur'ân'a en yakın Gamovv'un görüşüdür. Gamow "Kâinatın Yaratılışı" adlı kitabında konuyla ilgili şu bilgileri verir: "Mekânda önce gazlardan müteşekkil çok büyük bulutlar vardı. Bu bulutlar sabit olmadıkları için dönmeye devam ettiler ve cazibe kuvvetinin etkisiyle parçalandılar. Her parça da yine cazibenin etkisiyle yoğunlaşarak sıkışmaya başladı. Böylece sıkışan ve dönen cisimler küreye yakın şekiller aldılar. Söz konusu yoğunlaşmanın artmasıyla kütlenin içerisindeki sıcaklık da artarak, merkezdeki hidrojen helyuma dönüştü ve ısı yaymaya başladı. İşte bu bölünen ve parçalanan gaz kütleleri galaxileri, yıldızları ve güneş sistemini meydana getirmiş oldu".
   
  Kur'ân da bu husustaki söylemini şu iki âyette ortaya koymuştur.
    "Sonra duman halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek gelin! dedi. Her ikisi de:
     'İsteyerek geldik' dediler". (
Fussilet Suresi , 11)
    "Kâfirler görmezler mi ki, gökler ve yer birbirine bitişik idi, onları biz ayırdık...".  (Enbiya, 30)

    
 Görüldüğü gibi ilk âyette "duhân" tâbiri geçmektedir. Bu sözcük duman anlamındadır. Kâinatın ilk oluşum devresinde, Kur’ân’ın kendisinden bahsetmiş olduğu duman ile çağdaş bilimin ortaya atmış olduğu, kâinatı başlangıçta teşkil eden nebülöz (bulutsu madde) aynı şeydir. Diğer âyette de kâinatın yaratılışının başlangıçta bir parçalanma ile başladığı beyan edilmiştir. Bu ifadede iki kavram dikkati çekmektedir. Bunlardan biri "ratk" diğeri ise "fatk" dır. Ratk bitişik demektir. Fatk ise bitişik olanı ayırma anlamındadır. Yani Kur'ân bu hususta bize kısaca şunları söylemiş olmaktadır. Kâinat duhân (duman) gibi bir maddeden yaratılmıştır. Bu madde önce yarılmış daha sonra da birbirinden ayrılmıştır. Çok ince ve küçük parçalardan oluşan söz konusu madde sabit olmayıp döndüğü için, cazibe kuvvetinin etkisiyle parçalanmış ve dönen yeni küreler meydana gelmiştir. Bu dönen ve ateşe benzeyen küreler de tekrar parçalanarak yeni birtakım yıldızları ve güneş sistemimizi oluşturmuşlardır. 
     Müfessirler âyette yer alan ana kütledeki ilk bölünmenin rüzgârla gerçekleşmiş olabileceği görüşündedirler. Ancak bu iddiayı herhangi bir sahih nassla test etme imkânına sahip olmadığımız için ihtiyatla karşılamak durumundayız.

    
Burada üzerinde durulması gereken bir nokta da, bu bölünmenin yavaş bir bölünme mi, yoksa patlama sonucu meydana gelen âni bir bölünme mi olduğudur. Şunu hemen belirtmek gerekir ki, bu hususta her ne kadar net bir bilgiye sahip değilsek de, söz konusu âyette yer alan "fatk" kavramını birbirine kaynaşmış nesnelerin ayrılması ve ana kütleden kopan dev parçaların korkunç mesafelerdeki uzaklıklara gitmesi tarzında anlayarak, bölünmenin bir patlamanın sonucu olduğunu söylemek daha isabetli görünmektedir. Zira, ilim adamlarının büyük çoğunluğu kâinatın yaratılışı konusunda, "Big Bang" yani büyük patlama adını verdikleri bir başlangıç modeli üzerinde durmaktadırlar.
   

   
  *     MEHAZ :
   
* Muhsin DEMİRCİ - Kur’an’ın Temel Konuları
    *  
  
****  ****  **** **** **** **** **** ****
   

    **   Kur'ân-ı Kerim’de haber verdiği bu gerçek, modern astronominin kurucusu olan pek çok saygın bilim adamı tarafından da kabul edilmiştir. Galileo, Kepler, Newton gibi isimler, evrenin yapısını, güneş sisteminin tasarımını, fiziğin kanun ve dengelerini keşfettikçe, tüm bunların bir tesadüf sonucu olmasının asla mümkün olmadığını ve tüm bunların Allah tarafından yaratıldığını anlamışlardır. Bu gerçeği anlamayan, kâinatın sonsuzdan beri var olduğunu, yani Allah tarafından yaratılmadığını, kâinatta bir amaç, tasarım, denge, âhenk ve uyumun, planın olmayıp her şeyin tesadüf ürünü olduğunu öne sürenler; materyalistler, ateistlerdir. Ancak bilimsel bulgular, söz konusu materyalizm yanılgısının ne kadar gerçek dışı olduğunu ortaya çıkarmış bulunmaktadır.
     Evrenin sonsuzdan beri geldiği, yani yaratılmadığı iddiası; evrenin hiçbir tasarım, plan, amaç içinde olmadığı, her şeyin tesadüf ürünü olduğu iddiası. İşte 19. yüzyıl materyalistlerinin, o dönemin ilkel bilim düzeyi içinde büyük hararetle savundukları bu iki iddia da 20. yüzyıldaki bilimsel bulgular tarafından yıkılmıştır. Önce, evrenin sonsuzdan beri geldiği iddiası tarihe karışmıştır. 1920’li yıllardan itibaren evrenin yapısı hakkında elde edilen bilgiler, evrenin belirli bir zaman önce bir “büyük patlama” (Big Bang) ile yoktan var hale geldiğini ispatlamıştır. Yani evren sonsuz değildir. Allah tarafından yoktan yaratılmıştır. 20. yüzyıl biliminin çökerttiği ikinci iddia ise, tesadüf iddiasıdır. 1960’lı yıllardan itibaren yapılan araştırmalar, evrendeki tüm fiziksel dengelerin insan yaşamı için çok hassas bir biçimde ayarlandığını ortaya koymaktadır.
   Evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının, yerçekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin, atomların ve elementlerin yapılarının tümünün, insanın yaşamı için, tam olmaları gereken şekilde düzenlendikleri birer birer bulunmuştur. Batılı bilim adamları bugün bu olağanüstü tasarıma “insanî ilke” (anthropic principle) adını vermektedirler. Yani evrendeki her ayrıntı, insan yaşamını gözeten bir amaçla tasarlanmıştır. Kısacası gününüzde materyalizm bilimsel olarak çökertilmiş durumundadır. 19. yüzyılda bilimsellik adına ortaya çıkmış, ama kısa zamanda büyük bir hezimete uğramıştır. Böyle olması da doğaldır. ....

   
    
*
   
 *     MEHAZ :
    
*   Süleyman GÜLEK -  İnsan Gerçeği ve İslami Hayat
  
  
  

TelePhone & WhatsApp :

*****

E-Mail :

altuntopnet@gmail.com

Adress :

BUCA / İZMİR